DOĞRULUĞUN TESPİTİNDE "ÇOKLUK" SAĞLIKLI BİR ÖLÇÜ MÜDÜR?
Allaha hamd Resule salat ve iman edenlere selam olsun…
Çok konuşup sorgulama yapmadığımız en önemli meselelerden birisi hiç şüphesiz iman ve akide meselesidir. Gündelik hayatımızı kitap ve sünnet esasına göre yaşayabilmek için günümüzü sürekli bir kontrol mekanizmasına tabi tutmak zorundayız…
Bunu bize emreden Rabbimiz Subhanehu ve Teala bir ayette “Ey iman edenler…. İman ediniz.” demektedir. Yani iman etmişlik bir şeyin nihai hali değildir. Kişi iman ettikten sonra sürekli o imanı muhafaza etmek, kontrol etmek, eksilmesi durumunda ikmal etmek durumundadır.
Peygamber aleyhisselam bir hadislerinde; “Elbisenin eskidiğigibi göğsünüzdeki imanlarınız da eskir.”[1] Buyurmaktadır. Bu hadis “eskiyen bir şeyin yenilenmeye ihtiyacı vardır” gerçeğine binaen kontrol mekanizmasını güncel tutmamızı bize hatırlatan önemli bir uyarıdır.
Bunun pratiğini kendisinde gördüğümüz adreslerden biri olan Hz. Ömer R.a “Bu gün Allah için ne yaptın” sorusuyla “günü Allah’ın kitabı gölgesinde sorgulama yöntemini bize öğretmiştir.
Bizlerde aynen bu şekilde günümüzü her gün “Z” raporu gibi bir sistem ile Allah’a rapor edecek şekilde bir sorgulamadan geçirmemiz gerekmekte ve eksik gördüğümüz yerleri bir sonraki gün ise tamamlamaya çalışmalıyız.
Buraya kadar herkesin umumen kabul edeceği ve itiraz vermeyeceği bir gerçektir. Devamında teferruatlara girip günün imani meselelerini hatırlatıp bilinmesi ve iman edilmesi gerekenleri dile getirdiğimizde, iman ve akide anlamında insanlara bir şeyler sunduğumuz da genelde bir takıntı olmaktadır ki o da bu kadar kişi iman etmemiş mi? Ya da tek doğru siz misiniz? Soruları olmaktadır. Yani hakikatlerin kabul edilmesinde karşımıza çıkan en büyük engel ÇOKLUK ÖLÇÜSÜ olmuştur.
Çokluğu bir ölçü olarak kabul etmeyen bizler elbette ki tek doğru olarak kendimizi görmüş değiliz. Bununla beraber şu da var ki en doğru biz olduğumuza iman etmezsek zaten bu yolda koşturma gibi bir durumumuz olmazdı.
Bilinmesi gereken bir realite ise hiç şüphesiz; iman meselesinde insanların kendisini sorgulaması gerektiği gerçeğini beyan eden merciin bizler olmadığı gerçeğidir. Bizler bunu kendi aklımızla değil Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın ayeti ve Peygamber aleyhisselamın lisanından okumakta ve görmekteyiz…
Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın azınlıklara da çoğunluklara da hitap ettiği bir ayette; “Ey iman edenler, Allah’a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.”[2]
Ölçüsü çokluk değil, Kuran olanlar şunu iyi bilmeli ki bu ayet iman edenleri tekfir edip imana davet etmemekte bulundukları iman üzerinde kendilerini sürekli kontrol etmelerine dikkat çekmektedir.
Bu ayetin gölgesinde diyebiliriz ki bizler; Doğrularımızı ya da doğru olarak zannettiklerimizi selim aklımızla sorgulamamız ve bunu yaparken ayeti anlamak için toplumu değil aksine toplumu anlamak için Kuranı ölçü almalıyız.
Çokluğu ölçü alanlar iyi bilmelidir ki hiç Kimse gittiği yolun kendisini cennete götüren eksiksiz yol olduğunu düşünme yanılgısına düşmemelidir…
Koca bir çokluğun bir araya gelerek oluşturduğu binlerce gruplara bölünmüş bütün Müslümanlara kendilerini sorgulamalarını öğreten ve kimsenin kendisini sorgulamaktan muaf olmadığını hatırlatan başka bir ayet ise günde 40 sefer tekrar ettiğimiz “Bizi dosdoğru yola ilet”[3] ayetidir.
Bu ayetin Fatiha da olması ve Fatiha’nın her namazımızın her rekâtında olması yine zorunlu okunması gereken tek sure olması sizce de çok önemli bir hatırlatma ve dikkat çekme değil midir?
İsrail oğullarının da düştüğü en büyük yanılgı kendi gittiği yolun doğru olduğu ve diğer yolların ise sorgulanmaya ihtiyaç duyduğu inancı idi. Herkes kendi gittiği yoldan emin olmuş ve herkes kendi yolunu tutmuş gidiyordu. Eksikleri kendisini cehenneme götürecek olsa da herkes kendi yolundan memnun idi.
Bu gün bir kardeşime nasihat ederken bana “hocam basiret sahibi bir insan ve o bize diyor ki benim söylediğim Kur’an’a uymazsa o konuda bana uymayın diyor” dedi. Bende hocasının açık ve net olan bir ayete ters olan bir görüşünü söylediğim de sadece duraksadı. İtiraz etmedi değil, edemedi. Ve sadece kısa bir durgunluktan sonra her şey eski kaldığı yerden devam etti.
Her grup ve cemaatte aynı tepkiyi almaktayız. Herkes aynı şeyi düşünmektedir. Zaten önündeki adamı basiretli görmeyen adam orada devam edecek değildir.
Kaçırdığımız bir nüans var o da; “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resule itaat edin ve sizden olan ulul emr’e de itaat edin. (ulul emr aynı zamanda alimlerdir.) Eğer bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, -şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız- onu Allah’a ve Resule götürün. Bu daha hayırlı ve neticesi itibarıyla da daha güzeldir.”[4]
Dikkat edin ilk başvuru mercii ayeti celile ile üç olarak vurgulanmaktadır.
Allah, resul ve âlimler… Devamında ise âlimler zikredilmemektedir, düşmektedir.
Allah ve resul yegâne başvuru olarak kalmaktadır. Adeta ayeti celile kendi içerisinde kendisini tefsir ederek Allah, Resul ve âlimler olarak başlayan ayeti, Allah ve resul olarak sonlandırmaktadır.
Yani Bizler Allah ve resule itaatte sorgulamaya gitmez ya da gidemez iken Alimler de sorgulamaya gitmek ve onları Allah resulü ile sürekli sorgulayıp doğru ve yanlışlarını ayet ve hadisler ile anlamak durumundayız. Onlar Allah ve resulüne muhalefet ettiklerinde, bir ayet ya da bir hadis ile çeliştiklerinde biz onları terk edip Allah ve resulünün emir ve yasaklarına tabi olmalıyız.
Çokluğa değil doğruya tabi olmak duası ile…
Sözlerin sonu Allaha hamd’dır…
Abdullatif Mermer / 20-11-2017