Hadis İnkârcılığından Kur’an İnkârcılığına Terfi (!)

Bir süredir bu konuda yazmakla yazmamak arasında kararsızdım. Lâkin hakkı söyleme, görevini yerine getirmiş olup, batıl bir düşünceye karşı en azından belli olan safımızı netleştirmiş olmak adına birkaç kelâm edeceğiz.
Açıkçası biliyoruz ki bu tarz hastalıklara duçar olmuş insanlar umumen nasihate kapalıdır. Bu sebeple insan kimi zaman nasihat etmeli mi etmemeli mi gibi bir git gel yaşıyor olsa da, Rabbimizin bize geçmiş davetçilerden örnek olarak verdiği şu ayet bizim bu anlamda nasihat etmeye devam etmemize sebep olmaktadır: 
“Aralarından bir topluluk: ‘Allah’ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?’ dediler. Öğüt verenler: ‘Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar’ dediler.” (Araf suresi 164) 
Yine bu hastalıklara tam yakalanmamak ile beraber hastalığın hafif şekilde etkilediği kimselere karşı ise bizi şu ayet konuşmaya ve nasihat etmeye teşvik etmektedir; 
“Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir. (Zariyat suresi 55) 
Aksi durumda bu hastalığın altına aldığı kimselere karşı nasihat, bizce de bazen anlamsız gelmektedir. Tâbi bununla beraber insanların; “Eşeğimiz iman etse, Ömer iman etmez” dediği Hz. Ömer öyle bir iman etti ki, Asr-ı Saadetten günümüze adaletin biricik temsilcilerinden biri oldu. Bu ve benzer örnekler bize kim olursa olsun ya tebliğin ya da nasihatin muhatabıdır gerçeğini öğretmektedir.
Bununla beraber işin cedel-tartışma kısmına gelir isek o konuda atılan adımları faydalı bulmadığımızı ve bu sebeple de bu anlamdaki tartışma ortamlarında kalem oynatmamaya hassasiyet göstermekteyiz.
İlkelerimize ters düşmemek adına bu yazımızda da davet ve nasihat ölçülerine sadık kalarak öğütlerimizin ilk hedefinde gönlünü yapıcı eleştirilere açık tutan kimseler olacaktır. 

Değerli kardeşim, belki kafanı şu durumlar karıştırabilir; Hadislerin çok fazla uydurulduğu ve Allah resulü adına oldukça fazla iftira atıldığı bir dönemin olduğu gerçeği, art niyetli insanların attığı tohumun kalbinde filizlenmesine sebep olabilir. Ve hatta asrımızda birçok kitabında bu uydurma rivayetlerden etkilendiği hususu da aynı şekilde zihinlerde soru işaretine sebep olabilmektedir. 
Bu konuda ki tereddütleri ortadan kaldıracak ciddi çalışmalarının bulunduğu bir tarihin içinde bu denli art niyetli çalışmalar etkisini yitirmiştir. Lakin asrımıza bu birikim taşınmış olsa da insanların o mirasa sahip çıkacak ilmî ve kültürel yeterliliği olmayınca müsteşriklerin ve Ülkemizdeki bizden görünen taşeronların çalışmaları kafaları karıştırmakta etkili olmuştur. 
Bu konu ile ilgili daha önce yazdığım “Sünnet Üzerindeki Şüpheler ve Akıl Terazisinde Cevapları” başlıklı makalemde uzunca yer verdiğim için şimdi o konuya girmeden şunu ifade edip hadis inkârcılığından şuanda gelinen noktaya nasıl varıldığını kısaca ifade etmeye çalışacağım. 
Birincisi kardeşim hadis uydurulmasına ilk savaş açmış kimseler, bu gün hadis inkarcılarının kendilerine savaş açtığı hadis alimlerimizdir. Yani bu kimseler daha hadis nedir bilmez iken bu kimselerin itibarlarını zedelemek istedikleri alimler olanca güçleri ve gayretleri ile hadis uyduran kimseler ile mücadele etmiş ve hadisleri bu tarz iftiralardan arındırmışlardır.
İkinci husus ise (Allah onlara rahmet etsin) eğer onlar hadislerin zayıfı, sahihi ve uydurmasını ortaya çıkarmak için bir çalışma yapmamış olsalardı, biz bu gün uydurma hadislerin varlığından da haberdar olamazdık. (Allah onlara rahmet etsin) onlar bu konuda çok kıymetli çalışmalar ortaya koydular ki biz bu gün o çalışmaların oluşturduğu atmosferin etkisi ile hadis, zayıf hadis, uydurma hadis konusunu konuşabilmekteyiz.
Bir başka husus ise günümüzdeki hadislere açılan savaşın ve bunun gölgesindeki çalışmaların ithal çalışmalar olduğu gerçeğidir. 
Bir diğer husus ise; bu gün hadisler üzerinden başlatılan savaş, vahyin kendisine indiği Peygamber Aleyhisselam’a karşı yürütülen bir savaştır. Bu savaşın birinci aşaması hadis üzerinden Peygamber Aleyhissselam iken ikinci aşaması ise Kur’an’ın birçok ayetinin tarihsel olduğunu iddia ederek, Kitabın günümüz ile bağlantısını kesmek ve asrımıza ışık tutmasına engel olmaktır. 
Bu bir projedir, Türkiye’de bunu temsil edenler ise sadece taşerondur. Bu taşeronlara inananlar ise öncesinde kalbinde hastalık olup, Allah’ın kalplerindeki hastalığı artırdığı kimselerdir.
Bu projenin asıl hedefi ise coğrafyamızda asırlar önce açılmış savaşın farklı bir kulvarda sürdürülmüş olmasıdır. Ki o da hiç şüphesiz haçlı seferlerinin devam ettiği günümüzde bu proje, savaşın sadece bir türüdür.
Ülkemizde bu savaşın ilk ayağını iktibas dergisinin sahibi Ercüment Özkan’ın biraz İran kaynaklı eserlerden etkilenerek, kendince doğru dini anlamak ve anlatmak için çığrını açtığı “Hadisleri Kur’an’a götürmek” gibi ucu her tarafa çekilmeye müsait bir yaklaşımla, Peygamber’i kendi Kur’an anlayışlarına sunmalarıyla başladı. 
(Tabi Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh gibi modernistleri bilerek dahil etmediğimi ve daha çok Türkiye’de son 30-40 yıllık süreçteki değişikliğin etkilerini ve sebeplerini ifade etmek istedim)
İkinci aşaması ise Suudi merkezli kimilerinin ülkemizde başlattığı, Alimlerin ve Müçtehitlerin tecrübesinden uzak, “Kur’an ve sahih Sünnet’e dönmek” ifadesi gibi önü açık bir cümle ile Kur’an ve Sünneti yeterli görmek yerine, “sahih sünnet ifadesi” ile kendilerinin dışında kalanları “gayri sahih olmak” ile zımnen itham etmiş olan bir çalışmadır.
Üçüncü aşaması ise “Kur’anî hayat, Kur’an merkezli anlayış, Kur’an bize yeter” ifadeleri ile Nebevi hayat ifadesini gölgede bırakan ve Kur’an’ın uygulama yönü demek olan hadislerden yoksun bir din anlayışını ön gören bir çalışmadır.
Dördüncü aşaması ise; şuanda hâli hazırda kapıda bekleyip içeriye girmeye çalışan ve vahyin hak olduğu ama Kur’an’ın, Muhammed aleyhisselam’ın yorumundan ibaret olduğunu söyleyen zümredir.
Şunu belirtelim ki; bu projeleri bilinçli yürütenler zaten başlattıkları savaşın gereklerini yerine getiriyor ve bizce onlar bu makalenin konusu değildir. Bizi daha çok ilgilendiren bu projenin etkisinde kalmış ve kime hizmet ettiğini bilmeyen zümrelerdir.
Değerli kardeşlerim,
Eskiden beri bu hususta bu kanaat bizde mevcuttur. Bir insan inancının temelinde bir sorgulama yoluna giderse aklından kalbine şeytan için bir yol açmış olur. Ve şeytan o yoldan gide gele artık orayı mesken edinir. Bir süre sonra kalp hastalanır ve akıl felç olur.
Yeter ki insan inancından bir kere taviz vermeye görsün. Başlarken insan kontrol edeceğini düşünse de, dini inancında verdiği taviz, git gide derinleşerek kişiyi en dibe kadar götürür ve helâk etmeden bırakmaz.
Yine kişinin inancına bir tereddüt ve şüphe girdiğinde, kişi Ya iman eder ve o şüpheyi kendisinden uzaklaştırır, Ya da o şek ona cehennemin dibine kadar eşlik eder.

Bu sebepledir ki, Allah Subhanehu ve Teâla ayeti kerimesinde, sorgulayacağımız meselelerde sınırsız olmadığımızı hatırlatmıştır. Sınırı zorlayanları ise sınırın dışına çıkarmak ile tehdit etmiştir.
“Kalplerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır.” (Bakara 10)
Bedenin hastalığı kendi işlevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirmemek olarak tezahür ederken, aklın ve kalbin hastalığı ise doğru düşünememe ve doğruya teslim olmada tereddüt etmek olarak tezahür eder. Allah’ın doğrularına teslim devasını terk edip, ona tereddüt hastalığı ile yaklaşanları Rabbimiz hastalıklarını artırmak ile tehdit etmektedir ve sınırlarımızı çok güzel bir şekilde çizmiştir. 
Hadislerin Allah resulüne ulaşmasındaki o kadar titiz çalışmaya rağmen hala tereddüt hastalığı içinde olanlar, Hiç şüphesiz ki kalpinde hastalık olanların hastalığını artırmakla ilgili uyarıyla nasıl imtihan edildiklerini anlamadılar. Aslına bakılırsa, bu anlama noksanlığının onları nereye taşıyacağı hususu, aynı ayet içerisinde cevabı verilmiş bir sorudur.
“Onların kalplerinde hastalık vardır.”
Yani karakterleri bozuktur, hasta ruhludurlar. Açık ve dosdoğru yoldan sapmalarına ve bu yüzden yüce Allah’ın bu anormalliklerini daha da artırmasını hak etmelerine tek sebep ruhlarının hasta oluşudur.
“Allah da bu hastalıklarını artırmıştır.”
Sebebine gelince; hastalık, başka bir hastalık doğurur. Sapıklık, işin başında basit, önemsiz görünür. Fakat yanlışa doğru atılan her adım sonunda doğru çizgi ile aradaki açı genişler, böylece sapma büyür. 
Bu değişmez bir kanundur. Bütün nesnelerde, bütün şartlarda, bütün duygu ve davranışlarda geçerli olan ilâhî bir kanun.
Bu duruma göre onlar belli bir akıbete, yüce Allah’ı ve müminleri aldatmaya girişenlerin hak ettikleri kaçınılmaz akibete doğru doludizgin ilerlemektedirler. Bu akıbet şudur;
“Bu yalancılıkları yüzünden onları acı bir azap beklemektedir” (Bakara 10 Fizilal-i Kur’an)
Teslim olamamak bunların temel hastalıklarıdır. Bunların sorunları Kur’an’ın gölgesinde sorgulamak değildir, nitekim bu husus akıllarını kullanan müminlerin temel özelliğidir. Hastalıklı insanların sorunları ise ayetleri ve sonuçlarını sorgulamaktır. 
Bu durumda Allah Subhanehu ve Teâlâ onların şüphe edecekleri konuları artıracaktır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teâla, dinde şüphe edenlerin şüphesini artıracağını bizzat kendisi garanti etmektedir. 
Aslına bakarsanız ayetler çok açıktır. “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa 115) 
Bakınız kim Allah’a karşı gelirse dememiştir. İman ettiğini söyleyen zümre için, zahirde böyle bir itiraz zaten olması mümkün değildir. Arıza münafıkların itiraz ettiği gibi Resule ve onun getirdiklerine olacaktır. Resulün yolu nedir sorusunun cevabı ayetin içerisinde gizlenmemiştir aksine açıkça ifade edilmiştir. 
“Ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse” 
Bu ifade gizli saklı bir ifade değildir. Asırlardır iman edenlerin üzerinde bulunduğu yolu yanılgı ve sapıklık olarak ifade edenler ve “bize Kur’an yeter” diyenler ve yine “Neden Kur’an’a yorum katıyorlar” sorusunu bu itirazları getirdikleri halde, samimiyetlerinin ispatı olacak; susmayı tercih etmek yerine, Kur’an’ı susturup kendilerinin konuşmaları, hastalıklarını gayet güzel özetlemektedir. 
Sahabe ve tabiini hafife alarak, ilk iman edenlerin yolunu terk ederek, Allah resulünün hadislerini sorgulayarak, dolaylı yollarla Resulü sorgulayanlar; hiç şüphe yoktur ki, gün gelecek Kur’anı sorgulayacaklar. Nitekim bu gün sorgulamaya başlamışlarıdır. İlk etapta Hadislere halel getirenler bir süre sonra Kur’an’a halel getirmeye çalışacaklardır. Nitekim de bu gün bu anlamda bir çaba ve gayret başlamıştır. 
Bu kaçınılmaz sondu. Yani sonuç zaten belliydi. Dolayısıyla şu anda Kur’an’ın mana olarak indiğini söyleyerek, şaşılacak bir şey söylemediler. Elimizdeki Kur’an’ın korunmadığını ifade etmek manasına gelen ve Kur’an’a imanı ortadan tamamen kaldıracak olan bu düşünce, “hadisleri Kur’ana arz edelim” gibi masum görünümlü zehir ile temeli atılmıştı. İkinci aşaması Hadisleri inkâr olan bu düşüncenin son leveli şüphesiz burası olacaktı. 
Yukarda da değindiğim gibi Alimlerin tecrübesinden uzak bir sünnet anlayışına sahih sünnet diyenler de farkında olarak ya da olmayarak bu değirmene su taşıdıklarını anlamaları çok geç oldu. Ki umarım anlamışlardır. 
Nitekim dün hiçe sayıp, taassubun temelini atmakla ve onları taklit etmeyi nerede ise şirk ile aynı kefede anlatanların, bu gün Alimlerden, Müctehid imamlardan dem vurmaları kendi vicdanlarını tatminden başka bir şey değildir. Zira bu zümrenin, bu değirmene taşıyacağı suyu da artık kalmamıştır. 
Konumuza dönecek olursak; Hadis inkârı ile başlayıp Kur’an inancını sulandırmaya varan bu akım elbette hatalı olduğunu ve ifsat ettiğini kabul etmeyecektir. Hatta bu hastalığın bir belirtisi ve teşhiste dikkat edilmesi gereken en önemli alâmetidir. Bu sebeple Kalplerinde hastalık bulunanların ortak cümlesine bakınız Allah Subhanehu ve Teâlâ nasıl ifade etmektedir; 
“Onlara «yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın» denildiği vakit «Biz yapıcı, düzeltici kimseleriz» derler.” (Bakara 11)
Bu ayetteki ifadeler, hastalık ayetinden hemen sonra o zümreye atfen kullanılmıştır. 
Neden bunun altını çiziyorum biliyor musunuz? Biz bunların bizden nasihat ve açıklama almayacağını biliyoruz. Bunların; ümmetin, yani müminlerin yolunun ifsat, kendi yeni ortaya attıkları dinin ise ıslah olduğunu söylemeleri şaşırılacak bir şey olmadığını ifade etmeye çalışıyoruz. 

Umarız ki ümmet ne ile uğraştığını anlar ve ümmetin içindeki bu tartışmaların bize ait tartışmalar olmadığını ve sürekli art niyetli oluşumlarca aramıza ithal edildiğini anlar ve gereğini yapar.

Rabbimiz Ümmetin gençlerini koru ve muhafaza et…
Senin hak dinini savunacak izzet ve şerefi üzerinde layıkıyla barındıranların sayısı her geçen gün azalmaktadır…
Sen onların sayısını artır…
Sen bizleri yeni bir nesil yerimize getirmek ile korkuttun…
Ya rab! Kalplerimizi ümmetin yeniden dirilişi için harekete geçir…
Kalplerimiz üzerindeki perdeleri kaldır…
Nasihate karşı ağırlaşmış kulaklarımızın ağırlığını gider…
Şüphesiz ki sen duaları işiten ve kabul edensin…
(Âmin)
Abdullatif Mermer 29.12.2018

You may also like...

7 Responses

  1. Muhammed Sabri ALTUN dedi ki:

    Allah razı olsun hocam. Gerçekten çok güzel ve faydalı tespitlerde bulunmuş ve şifalı çözümler sunmuşsunuz.

    • Abdullatif Mermer dedi ki:

      Allah razı olsun kardeşim. Umarız Rabbimiz sadra şifa sözleri dilimizden kalemimize yansıtmış ve hastalığa duçar olmuş bir kaç ümmet evladını bu hastalıktan kurtarmaya vesile kılmış olur…

  2. Şadiye Taşöz dedi ki:

    Kur’an tek kaynak değil temel kaynaktır. Kur’an ve hadis birbirinin rakibi değil birbirinin tamamlayıcısıdır.
    Yüreğine ve kaleminde sağlık hocam.

  3. Kenan kurtay dedi ki:

    Rabbim sizden razi olsun hocam.

  4. Ayse ŞİMŞEK dedi ki:

    Allah razi olsun kardes

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir