Hayat bir tecrübe manzumesidir. Parça parça birikir ve toplu bir yapıya dönüşür.
O yapı kimi zaman güçlü bir karakter ve hikmetli bir şahsiyeti oluşturur. O nedenle tecrübe önemlidir.
İyi niyetli insanların edindiği tecrübelerin acı olanları genelde insanları, kurumları ve kuruluşları kendileri gibi iyi ve iyi niyetli görmeleridir.
Bir kişi ya da kurum size karşı iyiyse bu sizin onlara karşı iyi olmanız sonucudur. Hatta çok iyi olmanız sonucunda onlar tarafından bakılınca düşünülen, saflığınızdandır(!). Halbuki siz saf değil sadece iyisinizdir.
İbrahim Sadri derdi ya hani; Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim diye 🙂 işte iyi niyetli olan o ihtimali bazen ihtimalden fazla görüyorlar. 😉
Hakikaten durum bu kadar tirajikomiktir.
Biliniz ki; insanların ya da kurumların size karşı olan iyilikleri sizlerin onlara karşı olan iyilik ve iyi niyetinizdendir.
Sizlerin, onların gerçek kimliğini görmeniz ise kısa bir süre durup, biraz geri çekilmeniz ile mümkündür.
Biraz geri çekilip, beklentilerine cevap vermediğinizde her tür olumsuz vasıf sizlere elbise olarak giydirilebilir.
Şahsım bunu hem ticari işlerimde, hem kişisel dostluk ve arkadaşlıklarım da, hem öğrencilerim de hem de dönem dönem kesiştiğimde cemaat ve gruplarda tecrübe etmişimdir. Sonucu acı da olsa kazanımı büyük oluyor.
Açıkçası çok şaşırdığım bir durum değildir. Hayat tecrübesine güvendiğim ve yıllarını davete, İslamî mücadeleye vermiş bir abi yıllarca edindiği tecrübenin şu ayette özetlendiğini söylemişti; قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِه۪ۜ فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدٰى سَب۪يلاً۟
De ki: “Herkes kendi karakterine göre davranır. Rabbiniz, kimin doğru yolda olduğunu en iyi bilendir.” (İsra, 84)
Hakikaten aliminden cahiline muhatap olduğum her insan günün sonunda bu kıymetli abimin, Ankara’nın soğuk günlerinde bana aktardığı bu tecrübeyi hatırlatmıştır.
Onların heveslerine ve keyiflerine uymazsan, kendini beğenmiş olursun, o güne kadar farklı, o günden sonra farklı bir insan olursun. Yalancı olursun ve daha yakışıksız çok şey de olabilirsin.
Değişmeyen doğru şudur; herkes kendisine yakışanı ve karakterine uygun olanı yapar.
Bilmem bilir misiniz, bir akrep hikayesi vardır. Şöyledir;
Yüzemeyen bir hayvan olduğunun farkında olan akrep, bir gün nehrin öte yanına geçmek zorunda kalır. Ne yapacağını düşünürken kıyıda pinekleyen kurbağayı görür.
Akrebin kendisine yanaştığını fark eden kurbağa korkudan suya atlayıp uzaklaşmaya başlar. Akrep yalvaran bir ses tonuyla sorar:
“Kurbağa kardeş; karşıya geçmem gerek. Beni sırtında taşır mısın?”
Kurbağa büyüyen gözleriyle cevap verir.
“Daha neler? Beni sokup öldürürsün!” Akrep:
“Olur mu? O zaman ben de suya batar, boğulur, ölürüm.”
Kurbağa biraz düşünür ve akrebe hak verir. Kıyıya çıkar, onu sırtına alır ve karşı yakaya doğru yüzmeye başlar. Yolun yarısında ensesinde bir sızı hisseder. Vücudu hızla soğumaktadır. Kolları, ayakları hissizleşir. Beraber dibini boylayacakları suya batarken son nefesinde sorar:
“Hani sokmayacaktın akrep kardeş?”
Akrep mahsun, mahcup, çaresiz cevap verir:
“Ne yaparsın kurbağa kardeş; ben akrebim, huyum bu.”
Evet, kendi karakterine uygun olanı yaptı ve soktu. Çokta şaşılacak bir durum değildir aslında.
Benim şaşırdığım konu, akreplerin bu hikayeyi anlatırken, hikayede geçen akrebin mahcubiyetini yaşamak yerine hikayede kendisi sanki akrep değil de kurbağa gibi hareket ediyor olmasıdır.
Hayrolsun demek lazım, zira hayat devam ediyor. Allah’ta görüp, biliyor. Zaten gün geldiğinde herkes söylediği sözden ve yaptığı ithamdan hesap verecektir. O nedenle çok takmayın ve gülümsemeye devam edin.
Gülümserken mücadeleyi ihmal etmeyin. Rabbimiz bizlere selamet versin, hayırda muvaffak kılsın. Bizleri zamanın fitnesinden muhafaza etsin. Bizlere sabır ve istikamet versin. Selam ve dua ile…
Abdullatif Mermer / Mekke-i Mükerreme
ALLAH razı olsun hocam