Değişmeyenlerin Değişenlerle İmtihanı… Kardeşlik
Bugün yüreğimizdeki en büyük yara şudur ki; bir zamanlar aynı yolu ve aynı istikameti paylaştığımız Müslümanlar istikamet değiştirip üstümüze üstümüze gelmeye başladılar.
Yol değiştiren onlar iken saldırıya uğrayan bizler olduk.
Onlara göre bu, menfi bir değişim değil müsbet bir gelişim! Bu gelişimin önündeki musibet ise biziz!
Bundan yedi sene önce bir kitap çalışmam vardı. Basılır ya da basılmaz veya bunun elzem olup olmadığı derdine düşmeden üzerinde hassasiyetle durduğum bir mesele olduğundan kenarda dursun istemiştim.
“Kardeşlik”
Allah’ın tüm Müslümanları İslam şemsiyesi altında cem edip kardeş ilan ettiği ve bu meseleyi öncelediği için ben de öncelemiş ve bu konu çerçevesinde çalışmaya başlamıştım. Ne var ki umut ve heyecanla başladığım bu çalışma pek uzun sürmemişti. Çalışmamın genel olarak üçte birini tamamladığım sıralarda bu çalışmayı bırakmak zorunda hissetmiştim kendimi…
Çünkü yitirmiştim bir şeyleri. Değerlerimizi… Kardeşlik duygularımız muhatap ile beraber yitirilmişti.
Benim kitapta muhatap aldığım veya muhatap almak istediğim Müslümanların, bayrak sallayan, yumruğunu sıkan halleri değişmiş ve o Müslümanlar çoktan başka dünyalara rağbet etmeye, başka dünyalarda gezinmeye başlamışlardı!
Uhrevî kaygıların yerini dünyevî kaygılar, ilahî vaadlerin yerini beşeri vaadler, Rabbani beklentilerin yerini politik/menfaati beklentiler almaya başlamıştı!
Velhasıl kitap ilk sayfalarında garip kalmıştı. Daha sonra da ben… Evet, ben kaybetmiş, yitirmiştim muhatabımı ve o muhatap etrafında toplanan güzelim kardeşleri.
Kendisine, “Ben iman ettim.” diyen herkesin uyması gereken bir ilke ki; Müslümanların aralarındaki birlik ve beraberliğin temel dayanağı Kur’an ve Kur’an’ı açıklayan sünnettir. Birlik, Kur’an ve Sünnetin bildirdiği yol üzere olur. “Ey inananlar, Allah’tan O’na yaraşır biçimde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün ve topluca Allah’ın ipine (Kur’an’a) sarılın, ayrılmayın.”[1]
Konu ile ilgili dikkatimi çeken en hikmetli söz, Allah’ın Resulü; “Din, samimiyettir.” buyurmuştur. Kime karşı diye sorulunca “Allah’a, Kitabına, Resulüne, Müslümanların önderlerine ve bütün Müslümanlara karşı.” diyerek cevap vermiştir.”[2]
Yine “Cemaat rahmettir, tefrika ise azaptır!”[3] buyuran Allah Resûlünün nasihat içerikli sözlerine riayetsizlik ile başlayan bir hüsran ve bir bir kaybedişlerimiz başlamıştı.
Bir zamanlar Tevhid bilincini kavrayan ve bu bilincin gerçek davetçileri olan muvahhidler, sırat-ı müstakim üzere olan yaşantılarını, sırat-ı müstakim üzere olan çalışmalarını ve yine sırat-ı müstakim üzere olan davetlerini menfi birtakım amellerle dejenerasyona uğrattılar.
Türkiye genelinde yaygınlaşan geleneksel din anlayışına yönelik rağbete onlar da kapıldılar. Birçoğu da seküler din anlayışı ya da kendilerine fevkalâde liberal tanımını uygun gördüler.
İslam’ın gerçek davetçileri olmaları gereken birçok muvahhid, kemiyet oluşturan kitleleri keyfiyete davet edeceklerine, kendi keyfiyetlerini yitirerek söz konusu kemiyetlere dahil oldular!
Daha çok insanla beraber olmak, daha çok insana hitap etmek, daha çok insanın takdir ve onayını almak kaygısı, bu müstamel muvahhidleri(!) kalabalıkların dolaştığı bit pazarına düşürdü.
Artık dert dava değil kitleler sahibi olmak.
On yıl öncesine kadar insanlara tevhidten ve tevhidî istikametten bahseden bu kimselerin artık gündem konuları değişti. Hiçbir halleri manevî haz vermez oldu.
Daha önceleri, “Ülke siyaseti küfür kokuyor!” dedikleri politik rüzgârlar için bugünlerde gölgesi altında müsaade edildiği kadar ses çıkarabiliyor bu kimseler.
Bu durumun akideyi bozduğunu ve artık telafisi mümkün olmayan kardeşliğimizi zedelediğini söyleyince de;
“Bu gelişimin önündeki musibet sizsiniz!” dediler ve radikal İslamcılıkla suçladılar bizleri.
İslam’ın temel esaslarına özen göstererek tevhidî istikamette bir arpa boyu yol almaya çalışan biz garibelerin yüreğinde bir yaradır bu durum.
Açıkçası biz onlarla kardeş olduğumuz günleri özlüyoruz ve onlara dua etmeye devam ediyoruz.
Her seferinde gülen yüzümüz asık yüzlerle de karşılaşsa, uzatılan kardeşlik elimiz havada da kalsa; samimiyetimiz, güvenimiz ve kararlılığımız ürkeklikle ve endişelerle karşılaşsa ve her seferinde yüzümüze kapanan kapılardan kardeşlik namına elimiz boş dönse de…
Kapılarına gittiğimiz eski dava arkadaşlarımız ölçüsüz bir şekilde bizi eleştirseler de, ihtilâf ve tefrika üretip peşin hükümlerle bizi hedef tahtasına yatırsalar da Allah için biz yine de onların ıslah ve istikamete ulaşmaları için dua edeceğiz.
Biz şimdi bir avuç, tevhidî bilinci kuşanmış kardeşlerle inanıyoruz ki boynu bükük ve yetim kalmış kardeşliğimizin elinden tutmalıyız ve sakınmalıyız ki; İslâm düşmanlarını halimize güldürmemeliyiz.
İslâm kardeşliğine can katmalıyız. Onun uğrunda kurban olmalı ve kardeşliğimizin ölüm yatağına gönüllü adanmalıyız…
Gerçek kardeşliğin öğretmeni Allah’ın Resulü ve ashab bize kardeşliğin gerekliliğini nasıl öğretti ise gerçek kardeşliğin gereklerine o şekilde yapışmalıyız.
Tıpkı Allah resulünün tesis ettiği eşsiz Ensar-Muhacir kardeşliği gibi bir kardeşlik meydana getirmeliyiz.
Prensibi samîmiyet, sadakat ve ihlâs olan bu İslâm cemaatinin yegâne başarı sırrı, kardeşlik ışığındaki birlik-beraberlik şuurudur. Allah Sübhanehu ve Teâla kardeşlik bilinci ile kuşanan mü’minler hakkındaki sevgisini şöyle zikreder:
“Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş, yekpare ve müstahkem bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” [4]
Bu kardeşlik ancak iman, ihlâs, samimiyet ve fedakarlık ile korunur…
Dicle Şafak
[1] Âli İmrân, 3/102-103
[2] Müslim, İman 95 Hadis No:55
[3] İbn Hanbel, IV,145
[4] es-Saff, 61/4