Bugün İslam, tarih boyunca geçirdiği dönemlerin en kötülerinden birini yaşamaktadır. İslam ümmeti bu asırda yaşadığı yenilgi ve zilleti tarih boyunca asla yaşamamıştır.
Bugün güçlerini birleştirmiş devletlerin İslam’a ve Müslümanlara komplolar kurduğu bu asırda, İslam alemi parçalanıyor, yine parçalanıyor ve tekrar parçalanıyor.
Muhammed aleyhisselamın döneminden bu asra kadar hiç bir zaman böyle bir çaresizlik ve yenilgi yaşanmamıştı.
Mekke’de bir kişinin eli ile başlamış bu dava, Tevhid daveti, kısa zamanda Mekke’nin her tarafını kuşatmışken, Mekke’den Medine’ye hicret edip orada bir İslam devleti kurmuşken, birçok ülkeyi bu İslam devletine dahil etmişken bugün İslam öyle bir noktaya geldi ki o aynı ülkeler ve siyasetleri İslamiyet’ten el etek çekmiş durumdadır.
Bugün bakıyoruz ki, orada izzetli, vakarlı olup kafire boyun eğdirmesi gereken müminler işkence ve zulüm görmektedir.
Acaba bizi yükselten ve yücelten İslam yükselirken, biz İslam’a dahil olduktan sonra ne oldu da biz yenilgi ve gerileme ile karşılaştık ?
Ne oldu da cihad ettiğimiz, İslam sancağı diktiğimiz toprakları kafirler bırakır duruma gelip zillete düştük?
Müslümanlar, sorgulamak zorundayız!
Allah Subhanehu ve Teala, kitabında birçok yerde düşünmemizi, akletmemizi istiyor. Bizleri hayvanlardan ve cansız alemden ayıran şey akıl ve düşünme kabiliyetimizdir. Allah bizlerden körü körüne bir İslam inancına sahip olmamızı istemiyor.
Taassup ve teslimiyet ayrımını iyi yapmak zorundayız.
Bugün bizlerin İslam’ı öğrendiği kaynaklar, okunan eserler ve dinlen dersler doğru olan akideye sahip olabilmemiz için büyük önem arz etmektedir.
Düşünelim, bizler İslam’ı kimden öğrendik?
Aile, örf adet, gelenek görenek, atalardan mı, yoksa en sahih olan kaynak Kuran ve sünnetten mi?
Öğrendiğimiz bilgilerin doğruluğunu sorguladık mı?
Bu din Allah’ın dinidir. Bu dinin temsilcisi Rasulullah’tır (sav). Dinde konuşma, hüküm koyma, dine ekleme çıkarma yapma hakkı ancak Allah ve Rasulü’ nündür. Din adına öğrendiğimiz her bilgiyi götürmemiz kaynak da orasıdır.
İşte burada bu sorgulamayı yapıyor muyuz? Yoksa aldığımız her bilgiye doğru yanlış bakmadan dışa kapalı, bağnaz bir şekilde bağlanıyor muyuz?
Taassup da burada başlar..
Teslimiyet ise farklıdır. Allah ve Rasulünün emirleri karşısında nefse ağır gelse dahi sorgulama yapmadan “İşittik itaat ettik” diyebilmek ise teslimiyettir.
Bu teslimiyete erişmek ve bilgilerin dinde olduğunu öğrenebilmek için sorgulamak zorundayız.
İşte bu sebeple düşünmek zorundayız; Bugün Müslümanlar olarak neden bu haldeyiz? İçine düştüğümüz bu zilletten nasıl kurtulacağız ?
Bugün bu yaşanan olaylar gelişigüzel yaşanan olaylar değildir. Bu hayatta her şey aksamayan, ayrımcılık yapmayan ilahi kanunlara göre olmaktadır:
“Allah’ın yasalarında asla bir değişme bulamazsın; Allah’ın yasalarında asla bir sapma da bulamazsın.” (Fatır,43)
Kuran bizlerin hayat kitabıdır. Hayat kitabımızda belli başlı kanunlar vardır.
1- Allah, bir topluluk iyi olan gidişatını değiştirmez ise ve yoldan sapmaz ise onlara verdiği nimeti değiştiremez.
“Bu böyle olmuştur; çünkü Allah, bir topluluğa lütfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez ve Allah her şeyi işitip bilmektedir.” (Enfal, 53)
2- Salihlerin soyundan gelen kimseye ayrımcılık yapmaz.
“Vaktiyle Rabbi İbrahim’i bazı sözlerle sınayıp da İbrahim onları eksiksiz yerine getirince, “Ben seni insanlara önder yapacağım” buyurmuştu. İbrahim, “soyumdan da” deyince Rabbi, “Vaadim zalimleri kapsamaz” buyurdu.” (Bakara, 124)
3- Bizlerin Salihlerden olmamız için imkan tanır.
“Allah, içinizden iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde hâkimiyet verecek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır.” (Nur, 55)
4- Kuran’ı normal bir miras gibi devralan ve onu kendisi için bağlayıcı değil atalarından kalan bir şey gibi görenler kötü nesil olarak isimlendirilir.
“Onların ardından kitaba vâris olan ve “Nasıl olsa bağışlanacağız” diyerek şu dünyanın geçici menfaatine sarılan bir kuşak geldi. (Ne zaman) önlerine bu gibi menfaatler çıksa hemen sarılırlar. Bunlardan, Allah hakkında gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kitabın öngördüğü bir söz alınmamış mıydı? Üstelik onlar kitaptakini de okuyup öğrenmişlerdi. Doğrusu âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Araf, 169)
Bu saydıklarımız, bizlerin hayatına hükmeden Allah Subhanehu’ nın kanunlarıdır.
Allah bu ümmete bir çok açıdan lütufta bulunmuştur. “O ülkelerin halkı inansalar ve günahtan sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar; biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” (Araf, 96)
Fakat bu ümmet, Rasulullah aleyhisselamın onları uyardığı ve dikkatlerini çektiği duruma düşünce sahip oldukları bu nimetlerin ellerinden alacağı konusunda gaflete düştüler. Müslümanlar gaflete düşünce egemenlik, güven, huzur; alçaklık, zillet, zaaf, yıkım, sürgün ve felaketler dönüştü.
Rasulullah aleyhisselam ümmetini, milletlerin onların üzerine üşüşmeleri üzerine korkulduğu üzerine uyardı, haber verdi. Sahabe, “O gün azınlık olacağımızdan mı ya Rasulullah?” dediler. Rasulullah buyurdu ki:
“Siz o gün çok olacaksınız. Ama selin üzerindeki çer çöp gibi.”
Asrı saadette dik duran, izzetli neslin yerine onlardan daha çok ama zelil bir neslin gelme sebebi neydi?
Değişen neydi? Değişme nasıl oldu?
Muhammed aleyhisselamın ilk geldiği, anlattığı ve insanlara sunduğu tek şey Tevhitti. Onun anlattığı Tevhid nasıl bir tevhitti ki Muhammed aleyhisselamın etrafında kim ona dahil olduysa, teslim olduysa, onu kabul ettiyse bir anda tüm hayatı en küçük zerresine kadar değişmişti.
Nasıl oluyordu da onlar Tevhid ile tanıştıklarında hayatları komple değişebiliyor ve hayatlarının en küçük zerresine kadar Allah hakim oluyordu.
Nasıl oluyordu da onlar aldıkları Tevhid aşısı ile değil mahallesini koca bir asrı değiştirebiliyorlardı.
Bugün bizler inandığımız Tevhid ile kendi bedenimizi bile değiştiremiyoruz!
Seyyid Kutub (rh), “Bizde Tevhid diyoruz onlarda Tevhid diyor. Onlar La ilahe illallah dedikleri zaman geldikleri durum, biz La ilahe illallah dediğimiz halde içinde bulunduğumuz durum…” cümleleri ile aslında bu konu da aklımızda bir soru işareti bırakıyor ve şu soru akıllarımızı işgal ediyor:
Onları değiştiren bizi neden değiştirmedi?
Onların hayatlarına hükmeden Tevhid, bizim hayatımıza neden hükmetmedi, aramızdaki fark nedir?
Muhammed Kutub (rh), Müslümanların özellikle kavramlar üzerinden sapmalar yaşadığından bahsediyor. Yenilginin arka planında kavramların değiştiğinden, değiştirildiğinden ve insanları değişmiş olan, asıl anlamından uzaklaşmış olan kavramları, gerçek kavramlar olarak, en önemlisi din olarak kabul etmesinden bahsediyor.
Müslümanların hayatlarında tarih boyunca birçok sapmalar oldu. Bu sapmalar huzur, egemenlik, güven gibi duyguları zaaf, korku ve zillet ile yer değiştirdi.
Müslümanların başına gelen bu felaketin, yenilginin sebebi ise sapmalardır. Evet, ahlaki sapmalar bu konuda önemli rol oynar. Müslümanların ahlaki bir çöküntüye girdiği ise açıktır.
Yaşamlara bulaşan hileler, yalan, iki yüzlülük, zaaf, korku, eğik başlar, zillet, günahlar, hadsizlikler yenilginin sebepleri arasındadır.
Fakat asıl sapma Muhammed Kutub’ un (rh) ifade ettiği gibi kavramlardaki sapmalardır.
İslam ümmeti Tevhid kelimesi olan La ilahe illallah’ tan başlayarak İslam’ın temel kavramları üzerinden sapmalar yaşadı. Asıl anlam ve muhtevasından uzaklaştırılarak koca bir nesle böyle bir din öğretildi.
Din öğrenmenin ilk kuralı kavramları bilmektir. Kavramları yanlış öğrenmek, içi boş öğrenmek, Rasulullah aleyhisselamın öğrettiği dışında öğrenmek, yanlış bir din algısını da beraberinde getirir.
Rasulullah aleyhisselam, “İman yetmiş -ya da altmış- küsur şubedir. (Şubelerin) en üstünü “Lâ ilahe illallah/Allah’tan başka hak ilah yoktur.” sözü; en altı ise eziyet veren şeyi yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir şubedir.” buyurarak ahlakın da imana bağlı olduğunu, imanın sadece Tağutu reddedip Allah’a iman etmekten ibaret olmadığını bizlere anlatmaktadır.
Bu bağlamda, ahlakı bozuk ama kavramları doğru anlamış birinin ahlaki bozukluğunu düzeltmek kolaydır. Kavramları doğru anlayan dini doğru anlar, dini doğru anlayana ise ahlaki erdemleri yüklemek daha kolaydır. Fakat sapma kavramlarda olduğunda o kişide önce kavramların düzeltilmesi sonra ahlakın düzeltilmesi gerekir.
Kavramlar temeldir. binanın yapıtaşıdır.
İslam ümmetinde bugün, sapma ahlak noktasını aşmış ve dinin temel ilkelerine kadar inmiştir. Bu sebeple İslam Rasulullah aleyhisselamın söylediği garipliği yaşamaktadır.
“İslam garip başladı, başladığı gibi yine garip olacaktır.”
İslam şu an kendi ümmeti arasında gariptir!
Bu garipliğin temelindeki sebep, kavramlar konusundaki sapmalardır. Kavramlardan sapıldı, din yanlış anlaşıldı, garip kaldı.
Bizler bugün yaşadığımız bu problemi kökünden çözmek için adımlar atmalıyız. Kavramlar yanlış kaldıkça sadece ahlaki düzelmeler sonuç vermeyecektir.
İlk Müslüman topluluk İslam’ın 1. garipliğini kaldırmak için çok çabaladı. Bizlerde İslam’ın 2. gariplik dönemini kavramların inşası ile kaldırmak için mücadele etmeliyiz.
Peki, ben bu dini anlamaya nereden başlamalıyım?
Allah’ın kitabı, Rasulullah aleyhisselamın sünneti ve sahabenin örnek hayatından mı, yoksa yol boyunca değişik etken ve ekollerle, bulanık fikirlerle kavramlarımıza giren sapık ve yabancı düşünce, izmlerden mi?
Allah, Ahzap suresinde bizlere takip etmemiz gereken yolu bildirdi..
“İçinizden Allah’ın lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Rasulullah’ta güzel bir örneklik vardır.“
Rasulullah aleyhisselam, Darul Erkam’da 5 yıl boyunca talebelerini belli süreçlerden adım adım geçirmiş ve eğitmiştir.
Neydi bu süreçler?
1- SAĞLAM BİR AKİDE İNŞASI
2- AKLİ EĞİTİM (KAVRAMLARIN İNŞASI)
3- RUHİ EĞİTİM (İRADE VE AHLAK)
Rasulullah aleyhisselam Erkam’ın evindeki ilk talebelerine iman ve inanç esaslarına dair çok saf ve duru bir Tevhid düşüncesi öğrettikten sonra sırada akli eğitim, yani kavramların inşası vardı.
Talebelerin akıl ve zihin dünyasını vahyin rehberliğinde yeniden inşa etmek gerekiyordu.
Özellikle cahiliyenin tüm karanlık, eksik, yanlış düşünceleri en temele inilerek düzeltiliyordu.
Eğitim “LA” ile başlıyordu. İmha ile..
Vahyin temel düşüncelerine ters ne kadar kavram varsa bunların içi boşaltılıyor sonra bu kavramların içleri ilahi kelamın mesajları ile yeniden dolduruluyordu.
Rasulullah aleyhisselam eğitimde kavramlara çok önem verdi. Çünkü her bir kavram kişinin hayatı, olayları ölçebilmesi için elinde bir mihenk taşıydı. Zihnindeki bu mihenk taşı yanlış olan biri ise önüne gelen her şeyi yanlış ölçüp biçerdi. Dolayısıyla insanları cahiliye kalıntıları ile öğrendiği kavramları bu nesil Allah’ın istediği, yüklediği anlamla öğrendi.
Bu konuda İslam önümüze güzel bir örnek koymuştur.
Rasulullah aleyhisselam, sahabeye, yeni nazil olan Rahman suresini Kabe’nin önünde kimin okuyacağını sorar. Dev imanı ile ters orantılı, zayıf cüsseye sahip olan yiğit sahabemiz Abdullah b. Mesud (ra) sağına ve soluna bakmadan “Ben!” diye öne atılır. Rasulullah aleyhisselam onu göndermek istemez ve bu olay 3 kez kez tekrarlanır. Her seferinde de ondan başkası elini kaldırmaz. Efendimiz (sav) ona izin verir. Abdullah b. Mesud (ra), en kalabalık vakitte Kabe’ye gider ve açıktan Rahman suresini okumaya başlar. Mekke müşrikleri bu açıktan okumayı bir meydan okuma olarak algılarlar. Ayrıca Kuran’ın kalplerde tesir uyandıracağından korkmaya başlarlar. Bu duygular içerisinde Abdullah b. Mesud’ u (ra) tekme tokat döverler. İbn Mesud (ra) kan revan içerisinde nefesi kesilene kadar Kuran okumayı sürdürür.
Daha sonra şu cümleyi kurar: “Müşriklerin o günkü kadar acziyet içinde küçüldüklerini hiç görmemiştim.”
Düşünebiliyor musunuz, bir insan kan revan içerisinde kalmasın rağmen, tekmeler altında ezilmesine rağmen kendini aciz, karşısındakileri zelil görebilir mi?
Eğer o insan kavramlara Allah’ın istediği gibi anlamlar yüklemiş ise sonuç böyle olur.
Allah’ın izzete yüklediği anlam ile cahiliyenin yüklediği anlam tamamen farklıdır. Bu yiğit sahabeler ise İlahi kelamın mesajlarının doldurduğu kavramların inşası ile yetişmişlerdi.
Bugün bizim yenilgimizin sebebi cahiliyenin yüklediği kavramlara sarılıyor olmamız. Değişmiş, değiştirilmiş, içi boşaltılmış kavramlara sarılıyor olmamızdır.
Bu hatalı kavramlar bizleri hatalı bir din algısına götürdü. Dinde oluşan bu sapmalar ise bugünkü pasif ve cılızlığımızın sebebi oldu.
Bu pasif ve cılızlığımızın yerine o izzetli duruşu geri kazanmaya kavramların doğru olan muhtevasını öğrenerek adım atmak zorundayız.
Bizler bugün çağın Ebu Bekir’ i, Ömer’ i, Aişe’ si, Hafsa’ sı olmaya adayız. Bu iddiamızı Allah’a ispat etmeye temelden, kavramların inşasından başlamalıyız.
Allah Subhanehu ve Teala doğru akidenin inşası için doğru olan bu yol üzere bizleri sabit kılsın, sebatını arttırsın.
Hamd Alemlerin Rabbi Olan Allah’a Mahsustur.
Zümra Adevi