Ey çocuk…
Sen küçücük yaşında büyük bir davayı omuzladın.
Kimse sana bu yükün ne kadar ağır olacağını söylemedi.
Ama sen de zaten dinleyecek bir kulağa sahip değildin.
Erken büyüdün çocuk…
Küçücük bedenin, zalimlerin işkencelerine direnmek zorunda kaldı.
Loş zindan odalarında, nemli taşların üzerinde sabahladın.
O narin bedenine elektrik verildi, ama sana yine de “çocuk” demediler.
Çocuk görmediler seni.
Her seferinde boyun eğmedin. Gizlice Rabbine yöneldin.
Ölümü öldüren şehadeti istedin.
Her işkencede bayıldığında, seni diriltmek için buz gibi suları döktüler üzerine.
Sen ise sadece bir şeyden korktun:
Bir kardeşine zarar vermekten…
Ey çocuk, seni çocuk saymadılar.
Bir yetişkin gibi davranmalıydın.
Müslüman kadınların çığlıkları bir gecede seni yaşlandırdı.
O küçük bedenin, büyüklerin bile taşıyamayacağı bir bilince sahip oldu.
Çocukluğunu çaldılar senden.
Sokaklarda gördüğün dava adamlarının, selamını almaktan korkması sana en çok koyandı.
Arayışa düştün. Şehir dar geldi sana.
Evliliği sordular bir gün…
“Cesedimin nerede bulunacağını bilmeden mi?
Ya da hangi zindanda çürüyeceğimi düşünmeden mi?” dedin.
Evlilik sana hep uzaktı, çok uzak.
Çünkü evlilik, bu sürgün hayata birini daha dahil etmekti.
Kendi kendini silmişken, bir başkasını da silmeye kıyamadın.
Sonra başka ülkeler, başka mücadeleler gördün.
Ölümle burun buruna geldin, dostlarına kavuşmayı hayal ettin.
Ama olmadı çocuk… Yine olmadı.
Yıllar geçti.
Kardeşlerini, arkadaşlarını yalnızca hatıralarında anar oldun.
Sonra döndün kendi sokağına.
Yıkılmış bir binanın enkazı üzerinde, yeniden inşa etmenin ağırlığı çöktü üzerine.
Yorgundun, bitkindin, ama yine de tutundun bir yerinden.
Sonra kendini kandırdın: “Evlilik…”
Ama kendin için değil.
Çünkü kendine iyiliği bile çok görüyordun artık.
“Bir gün ölürsem, benden sonra çocuklar yetişsin” dedin.
Böylece evlilik, senin için bir miras oldu.
Ey çocuk… Gerçekten çocuktun.
Ama çocukların olduğunda, ilgilenmeyen bir baba oldun.
Onların eğitimiyle ilgilenmeyen bir ebeveyn oldun.
Çünkü sen, davaya adanmış olanın her şeyini feda edebileceğini düşünüyordun.
Tıpkı kendin gibi.
Ama yanıldın çocuk…
Evinde, seni anlamayan bir ego ile karşılaştın.
O kadın… İhtiraslarının peşinde koşan, kendi bencilliğini yücelik sanan bir nefisle tanıştın.
Yıllarca anlatamadın, yıllarca suskun kaldın.
Ve Allah sana işkence günlerinin bile daha hafif olduğunu gösterecek acılar sundu.
Kendi çocuğunun bile feryadını duymayacağını hiç düşünür müydün?
Ey çocuk…
Sen erken büyüdün.
Ama sen seni görmeden, mutlu olamazdın.
Kendini görmeden verimli olamazdın.
Tatmadığın bir duyguyu veremezdin.
Ve sonunda gördün ki;
Senin ardından ağlayan kimse olmadı.
Sadece cefakâr annen…
Onun gözyaşlarından başka kimse dökmedi gözyaşı ardında.
Ey çocuk…
Bu sana ağır gelecek biliyorum.
O yüzden duyma bu sözleri…
Senin derdin, Rabb’inin rahmetini ummaktı.
Başka hiçbir dert, dert değildi.
Ama ey çocuk…
Sen savrulurken, suçlanır oldun.
Ve ardından…
Annen dışında kimse ağlamadı.
Muhfi Aynî