Allah’ın adıyla

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Allah Subhanehu ve Teala bizleri yaratıp yeryüzüne gönderdiği zaman bize hilafet görevini yüklemişti. Bizler bilgisiz, cahil ve hırslı olduğumuzdan dolayı Allah bu sorumluluğu hakkı ile yerine getirebilmemiz için bize nasıl davranmamız gerektiğini de öğretmişti.

Baktığımız zaman bu çok büyük bir nimettir.

Allah bizlere bir sorumluluk veriyor ve bizi bununla asla baş başa bırakmıyor. Bize yardımcı oluyor, gitmemiz gereken yolu gösteriyor ve istikamet üzere olduğumuzda da bize sürekli yardım gönderiyor.

En önemlisi ise bizi müfredatız ve öğretmensiz bırakmayıp bize kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Tüm bunlar Allah’ın bizim üzerimizdeki nimetidir. Aynı zamanda bizlere verdiği bir borç ve emanettir.

Peki insan Allah’ın ona verdiği bu borcu nasıl öder?

Şüphesiz hepimizin aklına Şükür kelimesi gelir. Peki bu noktada şükür nasıl yapılır?

Şükür, Allah’ın çizdiği yoldan giderek, Allah’a itaat ederek ve O’nun gönderdiği hükümleri yeryüzünde uygulamak ile olur.

Bugün bizler Allah’ın verdiği nimetler karşısında O’na borç içerisindeyiz. Ahirette borcumuzu ödeyip ödemediğimiz konusunda hesaba çekileceğiz.

Borcumuzu ödedik mi ödemedik mi ?

Allah’ın belirlediği bu yoldan yürüdük mü yürümedik mi ?

O’na itaat ettik mi etmedik mi ?

O’nun indirdiği hükümleri yeryüzünde uyguladık mı uygulamadık mı ?

Tüm nu nimetlerin, soruların ve borcun karşılığı aslında din kavramının içerisinde gizlidir.

Din, Allah’ın koymuş olduğu hükümlerin, çizmiş olduğu yolun baştan sona bütünüdür.

Din, hayat nizamıdır.

Din kavramını doğru anlamak ve o yol üzere olmak o borcu ödemenin ilk adımıdır.

Din kavramı Arap zihninde dört tasavvuru temsil eder:

1- Hakimiyet, üstün güç

2- İtaat ve kulluk

3- Kendisine uyulan sınır. kanun ve yol

4- Hesaba çekme, hüküm verme

Yani,

Hakimiyet ve en yüksek otorite, bu yüksek otoriteye itaat ve boyun eğme, bu otoritenin altında meydana gele nizam ve bu düzene karşı verilen tepkide otoritenin vereceği karşılıktır.

Din, yapılan fiillerin iyi veya kötü akıbete sebep olacağına inanarak Allah’ın katında en güzel sona varmak için tutulan, yürünen en güzel yol ve hayat nizamıdır.

Tüm peygamberler kendi zamanındaki din bozukluklarını düzeltmek ya da var olan din hakikatini devam ettirmek için doğru din ile gelmişler ve insanları tevhide davet etmişlerdir.

Bizler şuna iman ediyoruz ki, Allah’ın bizim için seçtiği bu din, Peygamber aleyhisselam ile gönderdiği bu yol bizim fıtratımıza en uygun olan dindir.

Din, hayat düzeni demektir. Hayatımızı bir düzen içerisinde olması ise bize kalbi rahatlık olarak geri döner. Bu da fıtratımıza, yaratılışımıza en uygun yol ile olur.

“O halde sen Hanif olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum,30)

Ayetten anlıyoruz ki, Din duygusu, bir dine inanma ihtiyacı bizim fıtratımızda olan bir duygudur.

Din, doğrudan fıtrattan doğar, fıtrat ile gelişir ve ilerler. Allah’ın koyduğu bu din fıtrat ile tam bir uyum içindedir. Fıtrat eğer bozulmamış ise bu uyum her zaman devam eder.

İnsanın kalbi rahatlığının sebebi de fıtrat ve din uyum içeresinde oluşudur. Fıtrat bozuldukça din ona ağır gelir, yaşanmaz gelmeye başlar ve ruhu, kalbi sıkılmaya başlar.

Fıtratı sağlam olan kişi için ise Allah’ın dini tam bir rahatlıktır. Bu ona selim bir kalp verir. Selim bir kalp ve ruh da fıtrata daha çok yaklaşır, bağlanır.

İlginçtir ki, insan fıtratı bozulsa da dalalete sapmış olsa da ruhunun bir tarafı yine Allah’a yönelir. Tıpkı az gören gözlerin ışığa yöneliş gibi…

Ne tam olarak ışıktan nasibini alır ne de onu görmezden gelebilir. Bir yandan Allah’a tapınır bir yandan da bazı şeyleri O’na ortak koşar.

“Biz sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara ibadet ediyoruz.” bahanesinin arkasına saklanırlar.

Burada akidemizin görevi ise, fıtrata destek olmak ve onu doğru yola yöneltmektir.

Allah Rum suresi 30. ayette, yüzümüzü “Hanif” olarak Allah’a çevirmemizi istemiştir. Yani, eğrilikten, dalaletten, haksızlıktan uzak; hakka, doğru yola, Allah’ın fıtratına ve fıtratı olan Allah’ın dinine doğru.

Rasulullah aleyhisselam ise bu dinin fıtrata uygunluğunu şöyle açıklıyor:

“Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecusi yapar…”

Her çocuk İslam dinine yatkın ve onu kabul etmeye elverişli yaratılmıştır.

O zaman, din ve fıtratın ayrılmaz bir bütün olduğunu daha iyi anlıyoruz.

Rabbimiz Kuran’da bir çok yerde ‘Dini Allah’a halis kılma’ konusunda bahseder.

“Haberiniz olsun; halis din yalnızca Allah’ındır.” (Zümer,3)

“De ki: Bana, dini yalnız Allah’ halis kılarak O’na kulluk etmem emredildi.” (Zümer, 11)

Din nasıl Allah’a halis kılınır?

Batıl akidelerden, eğri, yanlış yollardan, fikirlerden sıyrılıp sadece hakka meyledip din Allah için yaşayarak tüm şirklerden uzak durmak..
Yalnız Allah’a ibadet etmek,

Hayatı baştan sona tevhide göre düzenlemek,

Sadece Allah’a boyun eğmek ve itaat etmek.

Rabbimiz Subhanehu ve Teala indirdiği dini, sadece O’na has, halis yaşamamızı istiyor. Kanunu, kuralı olan bu yolu, hayat nizamını sadece Allah’ın razı olacağı şekilde yaşamamızı emrediyor.

Peki Allah’ın, O’na halis yaşamamızı istediği din hangi dindir?

Biz, kuralı, kanunu olan, hayatı düzenleyen her şeye din diyoruz. Başına Hristiyanlık getirdiğimizde Hristiyanlık dini, Yahudilik getirdiğimizde Yahudilik dini, İslam getirdiğimizde İslam dini diyoruz.

Kanunu, kuralı olan bu yol, din bazen örf adet, gelenek görenek bazen izimler bazen de akımlar, sistemler olur.

Burada ise akıllarımızı bir soru işgal ediyor.

Peki demokrasi bir din midir?

Kanunu, kuralı, yürünecek yolu ve hayat nizamı olan sistemler dindir. Demokrasi de olan kanunlar, kurallar, anayasalar ve insanların yaşaması için oluşturulan nizamlar onu da din kategorisine alır mı?

Tüm bu sistem ve izmlerden sonra şu soruyu soruyoruz, Allah’ın katında geçerli din, nizam nedir?

“Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır.” (Al-i İmran, 19)

“Onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar! Oysa göklerde olanlar da yerde olanlar da isteyerek veya istemeyerek hep O’na boyun eğmişlerdir ve O’na döndürüleceklerdir.” (Al-i İmran, 83)

Görüyoruz ki, Allah’ı katında hakiki din, İslam’dır.

Allah bizim için İslam’ı seçmiş ve İslam’dan razı olmuştur. Ondan gayrı tüm din ve sistemler batıldır.

Din, çok kapsamlı anlamlar taşıyan bir kelimedir. Din aynı zamanda “itaat ve kölelik” anlamlarına da gelir. İslam ise, “Allah’a teslim olma, boyun eğme ve adanmak” demektir.

Anlıyoruz ki, İslam dini, teslimiyet, itaat ve Allah’ın emirlerine tabi olmaktır. Bir insan, Allah’ a teslim olmadan, O’nun peygamberine ve nizamına uymadan, indirdiği hükümleri hayata tatbik etmeden İslam dinini gerçekleştirmiş olamaz.

Bugün, “Biz Müslümanız” diyerek Allah’ın kitabı ile hükmetmekten yüz çevirenler İslam dinini hakiki olarak anlamamıştır.

İslam dini bir bütündür. Bu dinin hükümleri arasında ayrım yapılamaz. İslam, Allah’ın nizamına teslimiyet demektir. Bu nizamın ise pratik hayatta uygulanması gerekir. İnsan hayatı nasıl bölünmez bir bütün ise bu hayatın tümü için de tek bir dinin hakim olması gerekmektedir. Bu dinin, din olarak kabul edilmesinden sonra ise bu dinin şartlarına, görev ve sorumluluklarına uyulması ve yerine getirilmesi zorunludur.

Hayatın her alanında İslam dini hakim olmalıdır.

Din bizim özel meselemiz değildir. Bu din evimize, iş yerimize, okulumuza ve her alana girmek zorundadır. Camimiz, ticaretimiz, medresemiz, işimiz, milletimiz, siyasetimiz, ekonomimiz, eğitimimiz bu dine tabi olmak zorundadır.

Bu din, hayatımızı düzenlemek, nasıl yaşayacağımızı öğretmek için inmiştir. İslam sadece namaz, zikirden ibaret değildir. İnandıklarımızın hayatta pratik örnekliği görülmeden İslam dinine tabiyiz iddiasında bulunamayız.

İnsanlar din kelimesinden birtakım inanç ve ibadetlerin kast edildiğini zanneder. Din ise şer’i emir, kaide ve kurallardır.

“Kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra (su kabını) kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz, Yusuf’a böyle bir yanıltıcı oyun hazırladık. Allah’ın dilemesi hariç, Kralın dinine (yani yürürlükte olan yasalara) göre kardeşini tutuklaması söz konusu dahi değildi. Biz dilediğimizin derecelerini yükseltiriz. Her bilenin üzerinde daha iyi bilen biri vardır mutlaka.” (Yusuf, 76)

Bu ayetten anlaşıldığı üzere, Allah’ın dininden farklı bir din daha vardır. Allah’ın dini karşısında beşeri, batıl bir hayat tarzı olarak Melik’in dini vardır.

Bu ayet, Peygamberlerin davetini sadece Allah’a kulluk, bir takım ibadetlerden ibaret sayanlara reddiyedir.

Bu ayette bir ceza kanunu dinin bir parçası kabul edilmiştir.

Nasıl namaz, oruç, hac dinin bir parçası ise toplum düzeni ve devlet işleri ile ilgili tüm kanunlar da dine dahildir.

Laik sistemlerde olan inanç ise bunun tam tersidir. Allah yaratsın, rızıklandırsın, kainatı düzenlesin ama yönetime karışmasın. Camide Allah, eyvallah ama idarede Allah’ın -haşa- ne işi var?

İşte bu ayet bu sisteme bir reddiyedir.

Kuran hükümdara ait kanun ve nizamları din olarak ifade eder.

“Melik’in dini” ibaresi, Melik’in ilke, yasa ve kanunları anlamındadır.

İnsanlara göre din, insanları beşeri yasaları benimsemekte serbest bırakmıştı. Bu yanlış kavrayış sonucu Müslümanlar yanlış bir İslami hayat tarzı benimsemişlerdir.

Din kavramındaki ifsat ve bu ifsadın oluşturduğu davranışlar insanları İslami olmayan bir hayata sürüklemiştir.

Bu yanlış din algısı ise Hz. Yusuf’a iftira boyutuna ulaşmıştır. Yusuf suresi 76. ayette Rabbimiz kralın anayasası ve yasalarına din demiştir. Din, hayatı düzenleyen kural ve kanunlar bütünüdür. Allah katında tüm kuralları Allah tarafından belirlenmiş İslam dini dışında hiçbir din, yasa geçerli değildir.

Beşeri ideolojilerin, kanunların tamamı “hakimiyet” ve “kanun koyma” konusunda Allah ile çelişir. Şüphesiz bunların en tehlikelisi ise demokrasidir.

Basireti kapalı olanlar Yusuf aleyhisselamın kralın yanında bakanlık yaparken kralın kanunlarına göre hükmettiğini öne sürerek bugün de demokratik düzenler içerisinde yer alınmasını meşru görmektedir.

Hz Yusuf aleyhisselam bir peygamberdi ve her peygamberin bağlı olduğu bir şeriat vardı.

Dolayısıyla bu konuda iki ihtimal söz konusudur:

1- Ya Hz. Yusuf, kendi şeriatına bağlı kalmış ve bakan olarak kralın yasalarını bir kenara iterek kendi yetki alanı içerisinde Allah’ın şeriatını uygulamıştır. Biz Müslümanlar olarak buna iman ediyoruz.

2- Ya da Hz. Yusuf şeriata zıt olduğunu bile bile kralın yasaları uygulamıştır.

Haşa! Bu, Hz. Yusuf’a atılan bir iftiradır. Onun ismet sıfatına aykırı davranacağına asla itikat etmeyiz.

Yusuf aleyhisselam, kralın kurallarına göre değil Allah’ın şeriatına göre işleri düzenledi. Allah Yusuf Suresi 56. ayette bu gerçeği ispat etmiştir.

“işte böylece Yusuf’a, yeryüzünde temkin/imkân/iktidar verdik. Orada dilediği yerde konaklar/dilediği gibi hareket ederdi. Rahmetimizden dilediğimiz kişiye veririz. Ve Muhsinlerin/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanların ecrini zayi etmeyiz. (Yusuf, 56)

Bugünün demokratlarına baktığımızda ise onlar şahsi odalarında dahi anayasa ve kuralların dışına çıkamamaktadırlar.

Yusuf aleyhisselama tarihte 2 iftira atılmıştır:

1- İffetine yönelik kadınların attığı iftira

2- Dinine yönelik, demokratların attığı iftira

Tek hakimin Allah olduğunu kabul eden bir peygamber “Yeryüzünün hazinelerin başına” geldiğinde de dosdoğru dinin dışına çıkmayacaktır, çıkmadı da.

İnsanlar da ise şöyle bir algı vardır, Allah’a inanıp bununla beraber yaratılmışların kanunları ile yönetmeye, yönetilmeye razı olmak Allah’ın dinine zara vermez.

Halbuki Allah Subhanehu ve Teala kralın kanun ve kuralları için “kralın dini, Allah’ın kanun ve kuralları için “Allah’ın dini ” ifadesini kullandı. Bu bize açıkça gösteriyor ki, Yaratan Allah ise yönetmek de onun hakkıdır.

“Hüküm yalnızca Allah’ındır.” (Yusuf Suresi, 40)

“Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir” (Araf Suresi, 54)

Din kelimesinin anlamının daraltılması bu yanlış din algısını da beraberinde getirdi.

Tarih boyunca din şu anlamı ifade etmişti; Sadece Allah’a itaat edip O’nun bütün hükümlerine uymak, başkasının kanunlarını reddetmek, ilahlığı göklerde olduğu gibi yerde de Allah’ a tahsis etmek ve sadece O’nun Rablığını kabul etmektir.

Yani, sadece Allah’ın şeriatının egemenliğini ve emrinin hakimiyetini tanımak demektir.

Bugün insanların üzerinde bulunduğu din kesinlikle Allah’ın dini değildir. Çünkü Allah’ın dini Allah’ın nizam ve kanunlarıdır. Kim Allah’ın nizamı, şeriatı üzereyse o, Allah’ın dinindendir. Kim de başkasının nizam, kural ve kanunları üzere ise o da onun dinindendir.

Çağımız cahiliye toplumlarında din, temelinden hayat dışı bırakıldı. Çünkü hakimiyetin sadece Allah’a ait olmadığı toplumsal düzen ve şartlarda din temelinden kaldırılmış demektir. Dinin varlığı Allah’ın hakimiyetinin varlığı ile olur. Allah’ın hakimiyeti olmaz ise din de var olmaz.

Günümüzde İslam dinin yeryüzündeki problemi, Allah’ın ilahlığına ve Rablığına göz dikilmesidir. Allah’ın kanun koyma hakkını gasp ettikten sonra kendine kural ve kanun koyma hakkı tanıyan tağutlardır.

Biz inanıyoruz ve iman ediyoruz ki, Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Allah’ındır.

Bu mevzu bizim akidemizin ispatı kadar din davamızın da ispatıdır.

Din kelimesi, akide kelimesinden de daha geniştir. Din, hayata hükmeden nizamdır. Din akidenin temeline dayanır. Akidenin temelinde ise, La ilahe illallah sözü vardır. Bu söz ile insanların hakimiyetini kenara iter Allah’ın hakimiyetine teslim oluruz.

Din Allah’ındır. Söz sahibi O’dur. Yaratan O’dur ve anayasa belirleme hakkı da O’nundur.

Yeryüzünde ise O’nun indirdiği hükümler ile hükmedilmesi mecburidir.

” İncil ehli, Allah’ın (İncil’de) indirdikleriyle hükmetsin. Her kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse (onlar) fasıkların ta kendileridir.” (Maide, 47)

” Sana, kendinden önceki Kitap’ı doğrulayan ve onun üzerinde denetleyici olan (bu) Kitap’ı hak olarak indirdik. Onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Sana gelen haktan (seni saptıracak olan) hevalarına/arzularına uyma. Sizden her bir (ümmet) için bir şeriat ve yol kıldık. Şayet Allah dileseydi sizi (şeriatı ve yolu aynı olan) tek bir ümmet yapardı. Lakin size verdiklerinde sizleri denemek için (şeriat ve yollarınızı farklı kıldı. Öyleyse) hayırlarda yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İhtilaf ettiğiniz şeylerde (kimin haklı olduğunu) size haber verecektir.” (Maide, 48)

Allah’ın indirdikleri ile hükmetmek, O’na tabi olmak ve O’na itaat etmek zorundayız.

İşte bu yol İslam dininin yoludur.

Tam tersi Allah’ın indirdiklerinden başkası ile hükmedilir ise bu küfürdür, zulümdür, fasıklıktır.

Allah’ın indirdiği ile hükmetmek, her zaman her toplumda bazı insanların itirazına yol açacak, açıyor da. İlahlık taslamak isteyen zalim idareciler bu hükümlerden rahatsız olurlar, oluyorlar da.

Yeryüzünde hayrın, adaletin, doğruluğun hakimiyetini istemeyen kişiler, liderler bu hükümlere itiraz ederler.

“Onlara, “La ilahe İllallah” denildiği zaman büyüklenirlerdi. (Saffât, 35)

Kuran, bir ümmetin oluşması, bir devletin kurtulması ve vicdanların, aklın, ahlakın terbiye edilmesi için Rasulullah aleyhisselama nazil olmuştur. Rasulullah aleyhisselam Kuran ile toplum içindeki bağları kuvvetlendirmiş ve bunu bir kaynağa bağlamıştır. İşte bu kaynak, dindir.

Kuran, akidenin temel olması, bu akidenin esaslarının belirlenmesi, ibadetlerin öğretilmesi, sosyal hükümlerin belirlenmesi ve tüm unsurlarda helal, haram belirlenmesi için inmiştir. Tüm bunların bir araya gelmesi ile de din meydana gelmiştir.

Allah’tan gelen her din de pratik hayat nizamı olarak gelmiştir. Kalplerde kuru bir akide olsun diye gelmemiştir. Akide ve ibadetler, günlük hayatımızda, kanun ve idari hükümler olarak anayasada olmadıkça hayat için bir değer ifade etmez.

Buradan anlaşılıyor ki, Din, beşer hayatının düzenlenmesi için teşrii kanunları da içermek zorundadır.

Din, insan için Allah’ın tespit ettiği hayat programıdır.

Din, bugün anlaşıldığı gibi inanç ve ibadetten ibaret değildir.

Din, tüm hayatı kapsayan bir nizamdır. Din, hayatı düzenleyen esasları Allah’tan alır ve Allah dışında kimseye boyun eğmemeyi, hayat için gerekli hükümlerin kaynağı olarak Allah’ı kabul etmeyi ön plana çıkarır.

Din, beşerin faaliyetlerini düzenleyen ilahi bir sistemdir. O sistemde hüküm koyma hakkı şüphesiz Allah’ındır.

Peki bugün bizler hangi dine inanıyoruz ve hangi dinin pratiğini yaşıyoruz?

Bugün, şirkin egemen olduğu toplumlarda Allah’ın dinine mensup olduklarını zannedenler, Allah’ın dinini yanlış anlamışlardır.

Bugün bizler nasıl bir Rabb’e, Kitaba, Rasul’e inandığımızı ve İslam’dan ne anladığımızı hiç düşündük mü?

Bugün bizim inandığımız Allah Mekkeli Müşriklerin inandığı Allah’tan ne kadar farklı?

Onlar Allah’ı yaratan, rızıklandıran, mevsimleri düzenleyen, öldüren, nimet veren olarak zaten görüyorlardı. Fakat onlar Allah’ın Rablığı konusunda sıkıntılar yaşıyorlardı.

Bugünkü Allah inancı bundan ne kadar farklı?

Ya da nasıl bir Rasul inancına sahibiz? Rasul bizim için yıllar önce yaşamış, kavmini İslam’ davet etmiş, eziyet çekmiş ve hicret etmiş, tarihte kalmış bir şahsiyet midir?

Bugün biz, Resuller neden gönderilmiş, nereye gönderilmiş, hangi zamana gönderilmiş, görevini nasıl yerine getirmiş biliyor muyuz?

Onların bu önderliklerini biz günümüze, içinde bulunduğumuz şartlara nasıl yansıtmalıyız biliyor muyuz?

Bugün baktığımızda İslam, kendilerine Müslüman sıfatını verenlerin hayatında egemen değildir. Kaynak olarak Allah’ı kabul etmeyen ya da bazı noktalarda edip bazı noktalarda etmeyen tüm sitemler batıldır, İslam’ın karşısındadır.

Bugün dünyada egemen olması gereken tek din vardır. Bu din, toplumun hayatını düzenleyerek hayat için gerekli kuralları koyan İslam dinidir. Bu din kaynak olarak Allah Subhanehu ve Teala’yı kabul etmektedir.

Hayatını kuşatan tüm kuralları A’dan Z’ye Allah’tan alır.

Bu sebeple bugün bizler şu hakikatleri iyi bilmek zorundayız:

Din nedir? İslam nedir? İslam’ı diğer dinlerden ayıran özellikler nelerdir?

Aksi halde inancımızda ve akidemizde sorunların yaşanması kaçınılmaz olur.

Rabbimiz bu hakikatleri anlamayı ve idrak etmeyi kolaylaştırsın. Akidemize şirki bulaştırmadan yaşamayı ve ölmeyi nasip etsin.

Allah Subhanehu ve Teala Hak dini olan İslam üzere ayaklarımızı sabit kılsın.

Velhamdulillahi Rabbil Alemin.

Zümra Adevi