21 yaşında bir genç kızın hayatına son vermesi, sadece onun değil, aynı zamanda etrafındaki insanların, belki de toplumun ve cemaatlerin de bir şekilde sessizliğini ya da yetersizliğini gösteriyor.

Muhtemeldir ki İslami camialarla da tanıştığını düşünüyorum. Çünkü giyim şekli örfi bir giyim şekli değil; bu da gösteriyor ki bir el ona dokunmuş ama o dokunuş, üstüne düşen sorumluluğu yerine getirip ardına düşmemiş…

Yani birileri onunla tanıştı, temas etti ama sonra kendi savaşıyla onu yalnız bıraktı… Onun ihtiyaç duyduğu bekleyiş ise ya cevapsız kaldı ya da yanlış kişiler tarafından karşılık buldu…

Sözün burasında bizler hem bireysel hem cemaatsel anlamda ciddi bir sorgulama içine girmemiz gerektiğini anlıyoruz.

Sahi biz cemaatler niye varız? İnfak toplayıp dernek başkanlarının maişetini ve konforunu sağlamak için mi? Reklam yapıp çok çalışıyormuşuz gibi göstermek için mi?

Bizler din, dava ve mücadele diyoruz ve tok bir ses tonuyla “Dava” dedikten sonra insanları kime bırakıyoruz veya nasıl unutuyoruz?

Biz Müslümanlar, yanımıza gelmiş, bizi dinlemiş ve bizimle çok ufak da olsa bir ünsiyet kurmuş ve bir süre sonra kaybolan kişilerin ne durumda olduğunu hiç merak ediyor muyuz?

Bu soru sizde nasıl karşılık bulur bilmiyorum ama bugün birçok kişi “dava”, “tebliğ” ve “cemaat” gibi kavramlarla yola çıkıyor ama çoğu zaman gaye; insan ve dava olmaktan çıkıyor. “Nasıl kazanabiliriz?”, “Ekonomik gücümüzü nasıl artırabiliriz?”, “Nasıl daha çok tanınabiliriz?”e dönüşüyor.

Oysa dinin merkezinde insan var, insanlık var. Allah Resûlü (aleyhisselam):

“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (Buhârî, Mağâzî, 35) buyurmuştu.

Nebi (aleyhisselam)’ ın bireyleri tek tek önemsediğini görüyoruz.

Soru sorana bütün bedeniyle dönerek onu önemsediğini hissettirdiğini ve cemaate gelen zayıf kimselere değer verdiğini müşahade ediyoruz. Cemaate bir süre gelmeyenleri, geride kalanları aradığını; birilerini gönderip durumlarını sordurduğunu okuyoruz, değil mi?

Ne yazık ki çağımızda hızlı bir etkileşim ve yüzeysel bir ilgi var. İnsanlar bir çalışmaya dahil oluyor, sonra çeşitli sebeplerle o çalışmadan uzaklaşıyor. Ama kimse “neden gitti?” diye sormuyor. Geriye bir sessizlik, bir yorgunluk, bazen de bir kırgınlık kalıyor.

Biz, yorulan bu insanları; kırılan bu kalpleri ne kadar önemsedik? Bunların içinde bulundukları durumdan sorulacağımızı hiç düşündük mü?

Bulunduğumuz ders ortamına gelen kardeşlerle kaç kez hasbihâl yaptık, özelde kaç kez ziyaret ettik, hâlini sormak için kaç kez çayını içmeye gittik? Eğer bunlar olmadıysa sizce de bir yerde bir yüzeysellik yok mu?

Oluşması gereken kardeşliğin girişine bile gelinmediği hakikati öne çıkmıyor mu?

Hoş, gerçi kimi davetçiler ilgilenip fazla ilgi gösterdiğinde bu kez kimi insanda hazımsızlık yaptığı da oluyor. Hak etmedikleri ilgiyle saygısızlıkları ve hadsizlikleri artıyor ve belki bu durum bazı hususlarda geri durma düşüncesini doğuruyor. Ama hakikat böyle de olsa bizler, Allah’a sunacağımız mazeretimizi heybemize koyduğumuzu düşünüp bununla motive olmayı tercih etmeliyiz.

Zira örnek davetçiler en çok Allah’a sunacakları mazeretlerin hesabını yaparlar, değil mi?

Kıymetli kardeşim, bil ki sosyal medyada mutluluk pozları verenler mutlu değiller. İlgiye aç olmaları nedeniyle oradaki beğenileri toplama refleksiyle sahte gülücükler üretiyorlar.

Bu anlamda ilgi istedikleri her hâlinden belli olan bu insanların ne tür buhranlar geçirdiğini bırakalım hesap etmeyi, düşündüğümüzden bile emin değilim.

Bu intihar eden kardeşimiz de bunlardan biri… Ciddi buhranlarını tebessümlerle gizlemeye ve insanların beğenileriyle mutlu olmaya çalışmış…

Ne yazık ki sosyal medya, insanların iç dünyalarını haykıramadığı ama sezdirerek yardım istediği bir yer hâline geldi. Görüldüğü gibi ilgisizlik bazen ölümcül sonuçlara yol açıyor.

Özellikle de gençler bir fark edilmeme hâli yaşadıklarında, değersizlik hissiyle çok ağır bunalımlar yaşayabiliyorlar.

Eskiden cemaatler buna bir çözümdü. Her davetçi bir psikolog gibiydi. Dinler, nasihat eder ve onun değerli olduğu hissini muhatabına verirdi.

Böylece o kişi çalışmalara tutunur, o da bir ucundan tutar ve geçtiği tezgahtan aldığı tecrübeyle bir başka yaralı olan kişiye merhem olmaya çalışırdı.

Şimdi ise “biz de çalışıyoruz” ispatına gitmenin ötesine geçemiyorlar. O nedenle çözüm olmaktan çok, sorunun bir parçası olmaktan öteye gidemiyorlar.

Değerli kardeşim, gerek fert gerekse cemaatsel olarak bizlerin “ahirete yatırım” gibi bir derdi yok mu?

Hakikaten bizim için ahiret bir önem taşımıyor mu?

Kıymetli kardeşim, bizler gerçekten ahirete inanıyorsak, bu dünyada başkalarının acılarını görmek, dertlerine ortak olmak, yüklerine omuz vermek zorundayız.

Ahiret sadece bireysel kurtuluş değil; toplumsal duyarlılığın da merkezi olmalı. Çünkü bizler ben merkezli bir dine değil, biz merkezli bir inanca tabiyiz ve bu hakikati temsil ediyoruz.

Değerli kardeşim, dava söylemiyle yola çıkan bizlerin; yolda ayağı takılanları, tökezleyenleri unutmaması gerekmektedir.

Belki de bu genç kız gibi yüzlercesi, sadece birinin içten bir “Nasılsın?” demesini bekliyordur.

Ve çoğu zaman bunu duymadan, sessizliğin içinde yok olup gidiyorlar.

Kıymetli kardeşim, birileri davet yapıyor, anlatıyor… Sosyal mecra bu anlatımlar (!) ile doludur.

Fakat bil ki insanlar davetin yokluğu ile değil, ilgisizlik nedeniyle kayboluyor.

O zaman kardeşim, bir farkındalık adına bir adım atmalısın. Bizler, “görmedik” dememek için şimdi daha fazla görmeye başlamalıyız.

Abdullatif Mermer