Hakikat arayışı, varlık sancısı; Hira
Hira kelime anlamı, aramak, arayış demektir. Terim anlamı ise, Hz. Muhammed’e ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağdır.
Mekke’nin kuzeydoğusunda Kâbe’ye yaklaşık 5 km. uzaklıktadır. Cebelinûr adıyla da bilinir. İnsanlara en doğru yolu gösteren vahiy nurunun bu dağdaki bir mağaraya inmiş olmasından dolayı bu adı aldığı sanılmaktadır. Muhammed Hamîdullah ise geceleyin yollarını kaybedenlere yardım etmek amacıyla üzerinde ateş yakılmış olabileceği ihtimalini ileri sürmekte ve ismi “yollarını kaybedenlere doğru yolu gösteren” anlamında yorumlamaktadır (İslâm Peygamberi, I, 73).
Efendimiz (sas) için otuz beş yaşından sonra çok özel bir dönem başlamış oldu. Önceden de varlıkların ve özellikle de insanın yaratılışına, yaratılış amacına, insanların karşı karşıya oldukları bin bir türlü problemlerin çözüm yollarının neler olabileceğine, mensubu olduğu toplumun inanç ve yaşantı tarzının özellik ve saçmalıklarına ilişkin birçok şeyi düşündüğü olurdu. Ama artık daha fazla düşünüyordu. Hatta istemese de düşünüyor; kendisi düşüncelerini değil zihninde fırtınalar koparan düşünceler kendisini yönlendiriyordu. Peş peşe sıralanan sorular tüm benliğini sarmaya başlamış, sonu gelmez sorular selinin önünde sürüklenir olmuştu.
Sıkıntılıydı; dayanılmaz ağırlıkların altında ezildiğini ve üzerindeki tanımlayamadığı yükün gün geçtikçe daha ağırlaştığını hissediyordu. Geçen son birkaç yıl içerisindeki çabalarına rağmen hiçbir şey elde edememiş, beynine batan soruların hiçbirisine doğruluğuna emin olan bir cevap bulamamıştı. Neyi aradığını bilmeden gerçekleştirdiği arayışları, en ufacık şekliyle bile olsa işe yaramamıştı. Bu süre içerisinde fark ettiği tek şey vardı; yalnızlığı sever olmuştu. İnsanların dünyalarından uzaklaştığında sıkıntılarının biraz olsun azaldığını, içinde esen fırtınaların biraz olsun sakinleştiğini fark etmişti. Artık O, insanların arasında gezen, ticaretle uğraşan birisi değil; daha çok bir münzeviydi.
Efendimiz (sas) her sene ramazan ayını geçirmek için Mekke’yi terk eder ve Hira * mağarasına çekilirdi. Bu mağara Mekke’den birkaç mil ötede şehre nazır dağların birinin tepesindedir. Orada insanların boş ve batıl sözleri biter, yerini huzurlu bir sükûnet alırdı. İşte bu yüksek ve münzevi zirvede Muhammed (sas) yanına aldığı azığı, Rabbine yönelerek, dünya ile ilişkisini kesiyordu. Bu dağın tepesindeki mağarada büyük bir ruh vardı. Bu ruh çıktığı yüksekliklerden dünyanın içinde bulunduğu duruma, fitnelere ve kargaşalara bakıyor ve hayret içinde kalıyordu.
Aynı zamanda kendisi de bu durumdan kurtuluşa gidecek yolu bulamıyordu. Bu insanlardan uzak mağarada geçmiş peygamberleri o hidayet elçilerinin bıraktığı mirası toprağa karışan altın gibi insanların insanların batıl inançlarından, geleneklerinden ayırdederek inceliyor, araştırıyordu.
Efendimiz (sas) ilk olarak Ramad (Ramazan) ayında buraya gelmiş ve otuz sekiz yaşına kadar bunu devam ettirmiş daha sonra da bu hal daha da ileri bir seviyeye çıkmıştı.
Hz.Peygamber (sas) bu dağı kimden öğrenmişti?
- Keçi çobanlığı yaparken keşfettiği[1]
- Hanifler (muvahhidler) bu dağı kendilerine mesken edinmişlerdi. Abdülmuttalib de yılın ramad ayında gelir münzevi bir hayata geçiş yapar ve bir müddet insanlardan uzak yaşadığı[2]
- Hz. Ömer’in amcası olan Zeyd b. Amr b. Nüfeyl bu dağı keşfettiği ve öğrendiği yönündedir. [3]
Hz.Peygamber’in (sas) ibadet tarzı nasıldı ve ne ibadeti yapıyordu?
Bu sorunun cevabını Hz.Aişe’den (ra) alırız. Bu sorunun cevabını Aişe anamız da merak etmi, o da efendisine sormuş ve bazı şeyler dinlemişti. Bu dinlediklerinin bilgisi ile Aişe validemiz kendisine bu soruyu soranlara şöyle yanıt veriyordu. ‘’ Efendimiz Hira’ da tehannüs yapıyordu.’’[4]
Kaynaklarımız ilk tahannüs yapanın Abdulmuttalib olduğu kaydedilmektedir. Kureyş’ten bazı kimseler, Ramazan gelince Hira’ya gider, ayın sonuna kadar oradan ayrılmaz, kendilerini ziyarete gelenleri ve fakirleri doyururlardı. Hz. Peygamber’in de, bu şekilde tahannüs yaptığı nakledilmektedir. Kureyşliler, Ramazan ayı sona erince Hira’dan aşağı inerler ve Kâbe’yi bir hafta tavaf etmeden evlerine girmezlerdi. Hz. Muhammed’in de, tehannüsten sonra Kâbe’yi tavaf ettiği aktarılmaktadır.
Efendimiz’in (sas) de ibadet tarzı tehannüs şeklindeydi. Hira dağında kaldığı müteaddit günlerin gecelerinde tehannüsle meşgul olurdu.[5]
Tehannüs kelime anlamı: Arınma, iyileşme gibi anlamlara gelirken düşünce ve ibadet ağırlıklı bir durumu da ifade etmektedir. Başka bir deyişle herhangi bir emire dayanmadan, kişinin kendi isteği ve belirlediği ölçüler içerisinde ibadet ve tefekkür etmesi de diyebiliriz.
Daha kısa ve öz bir ifade ile Efendimiz’ in (sas) Hira’ da yaptığı şey, tefekkürdü. Tefekkür; mümin insanın olmazsa olmazı, iman nimetinin nuru, ilahi kelamın ithaf edildiği övülen ve beklenilen bir ameldi. Efendimiz (sas) de orada saatler ve günlerce tefekkür ediyor, varlık âlemini ve yaratılışı düşünüyor, şirke bulaşmış insanlığın yeniden nasıl tevhid çizgisine kavuşturabileceğinin yollarını düşünüyordu. Diri diri toprağa gömülen kız çocuklarına ve cahiliyenin zifiri karanlığına üzülüyor, mahzun Kâbe’ ye bakıyor, yürekten ah ah diye inliyor, atası İbrahim’ in tevhid ile yoğurup düzelttiği Kâbe’ nin üç yüz altmış cansız puta teslim edilmesini içerliyordu. Yani Efendimiz anlamı ‘’ arayış’’ demek olan Hira’ da hakkı ve hakikati arıyordu.
Bu ibadet, Hz. Peygamberin (sas) dedesi Hz. İbrahim’ in (as) peygamber olmadan önce yaptığı ibadetin tâ kendisiydi.
Sahih-i Buharî şârihi Bedrüddin Aynî, ‘’ Peygamber Aleyhisselamın tehannüsü, teabbüdü ne şekilde idi? diye sorulacak olsa, ‘ Bu düşünmek ve ibret almaktan ibaretti. Ulu atası İbrahim Aleyhisselamın ibret alması’ gibi diye cevap veririm’’ der.[6]
Hira dağında itikâfa giren kimsede üç ibadet toplanırdı:
- Halvet,
- 2- Taabbüd,
- 3- Beytullah’ a bakış.[7]
Cahiliye devrinde ise ilk tahannüs yapanın Abdulmuttalib olduğu kaydedilmektedir. Kureyş’ten bazı kimseler, Ramazan gelince Hira’ya gider, ayın sonuna kadar oradan ayrılmaz,kendilerini ziyarete gelenleri ve fakirleri doyururlardı. Hz. Peygamber’in de, bu şekilde tahannüs yaptığı nakledilmektedir. Kureyşliler, Ramazan ayı sona erince Hira’dan aşağı inerler ve Kâbe’yi bir hafta tavaf etmeden evlerine girmezlerdi. Hz. Muhammed’in de, tehannüsten sonra Kâbe’yi tavaf ettiği aktarılmaktadır.[8]
Peygamberimiz’ in (sas) teabbüdü, peygamber olma arzusundan ileri gelmiyordu. Zaten peygamberlik istemekle veya çalışmakla elde edilebilecek bir şey olmayıp, Yüce Allah onu kullarından seçip dilediğime veregelmiştir.[9]
Kendisine peygamberlik gelmeden önce, Peygamberimiz (sas) ‘’ Kitap nedir? İman nedir?’’ bilmezdi ki, bu hususta herhangi bir emeli, bir arzusu bulunsun.[10]
Hz.Peygamber (sas) Hira’ da ne yiyip ne içiyor, Ona (sas) kim azık taşıyordu?
Hatice validemiz eşsiz bir şefkat ve merhamet ile Efendimiz ’e yardımcı olmaya çalışıyor, ama asla merhamet duygularının düşüncesine yani aklına galebe çalmasına izin vermiyordu. O yalnızlığı sevmeye başlayan eşine karşı en ufak bir sitem etmiyor, kendi elleri ile O’ na (Sas) yiyecek hazırlıyor, O’ nu yolcu ediyor; arkasından da Meysere’ yi başına bir iş gelmemesi için gönderiyordu.
Hadis ve siyer kaynaklarının bir çoğunda şöyle denir: Efendimiz (sas), Hira dağına giderken, azığını da yanında götürürdü. Azığı tükenince Hz. Hatice’nin (ra) yanına döner, bir o kadar azık için daha azık alır, giderdi. Onun (sas) azığı süt ile et ya da zeytinyağı ile çörek (kuru ekmek, peksimet) olup orada gündüzüyle birlikte üç gece, yedi gece ve hatta bazen bir ay kalır teabbüdle (ibadetle) meşgul olurdu.[11]
Bazen Efendimiz’ in (sas) Hira’daki yolculuğu uzun sürünce, Hatice validemiz kendisi bizzat elleri ile hazırladığı yiyecekleri Efendi’sine götürmek için dağa doğru gidiyor ve şu an bile insanların çıkmakta zorlandığı Nur Dağı’na, elli beş yaşında ve doğurduğu sekiz çocuğuna rağmen çıkıyor, Efendi’sinin yanında oturuyor, konuşmaları ile O’nu rahatlatıyor, yüreğindeki fırtınaları dindirmeye çalışıyordu. Vakit geç olunca Efendi’miz (sas) bazen onunla birlikte evine dönüyor, bazen de onu yolcu ettikten sonra yine aynı mağarada geceliyordu. Bazen de Efendimiz dağın zirvesinde Hatice’ sinin kendisine doğru geldiğini görünce, onu yormak istemiyor, kendi dağın eteğine doğru iniyor, onu orada karşılıyor, orada saatlerce onunla sohbet ediyor ve bazen de orada onunla geceliyordu. Bugün İcabe Mescidi diye isimlendirilen mescidin yeri Efendimiz ile Hatice validemizin buluştukları yerdir.
Efendimiz (sas) kırk yaşlarına merdiven dayadığı zaman ruh hali daha da ağırlaşmış, garip garip rüyalar görmeye ve bazı olağan üstü olaylara şahit olmaya başlamıştı. Bu yaşadığı olayları da Hatice’ sine anlatı, o da elinden geldiğince yüreğindeki sıkıntılara ortak olmaya çalışır ve her defasında Efendi’ sine sabır telkin ederdi. Bazı gün ve gecelerde,’’ Efendimiz (sas) halvette iken ışıklar görür, sesler işitirdi. Bunların cin ve kehanetle ilgili şeyler olduğunu zannederek korkardı. Hz. Hatice’ ye:
‘’ Ey Hadîce! Kâhin olacağım diye korkuyorum. Vallahi, şu putlardan ve Kâhinlerden nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmem!’’ der, o da:
‘’Ey amcamın oğlu![12] Öyle söyleme! Allah seni hiçbir zaman kâhin yapmaz…’’ diyerek teselli ederdi.’’
Yine Efendimiz (sas) bazı gecelerde hiçbir rüya rüya görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi çıkmasın! Bu hal tam altı ay sürdü. Yüce Allah, bu altı ay içinde, peygamberine önce uykuda, sonra da uyanık iken vahyetti.[13]
Aişe validemize bu durum sorulduğunda ise şunları söylerdi:
‘’Rasulullah’a (sas) ilk gelen vahiy doğru çıkan rüyalar şeklindeydi. Rasulullah (sas) hiçbir rüya görmezdi ki, şafağın sökmesi gibi döğru çıkmasın. Bir müddet böyle devam etti. Sonra yalnızlık kendisine sevdirildi. Hira mağarasında yalnız kalırdı. Ailesine dönmeden birçok gece orada ibadet ederdi. Sonra Hatice’ ye döner ve azığını alırdı. Ta ki Hira Mağarasında iken bir gece ansızın Hakk ona gelinceye kadar.’’ [14]*
Burada şu hadisi de ele almamızda fayda vardır. Efendimiz (sas) bir gün ashabına ‘’ Risalet de nübüvvet de sona ermiştir! Benden sonra ne Rasûl vardır, ne de nebi! buyurunca, bu ashaba çok ağır geldi. Bunun üzerine Efendimiz (sas) ‘’ Peygamberlikten bir şey kalmamıştır; ama mübeşşirat vardır! buyurdu. ‘’ Ya Rasulallah mübeşşirat da nedir?’’ diye sorulunca Efendimiz (sas):
‘’Müslüman kimseni rüyasıdır, salih rüyadır. Salih rüya, peygamberlik işinin parçalarından bir parçadır. Salih kişinin gördüğü rüya, peygamberlik işinin kırk altı parçasından bir parçadır!’’ buyurdu.[15]
Salih rüyanın peygamberlik işinin kırk altı parçasından bir parça oluşu; Efendimiz’ in (sas) peygamberlik sürecinin, on üç yıl Mekke’ de, om yıl da Medine’de olmak üzere, toplam yirmi üç yıl olup, bunun ilk altı aylık kısmı sadık ve salih rüyalar görmekle geçmiş bulunduğuna ve bunun da yirmi üç yılın kırk altıda birini teşkil ettiğine göredir. [16]
Hira’nın bu güne yansımaları ve arayış ahlakı:
Muhammed Hamidullah (ö. 2002), Hz.Muhammed’in (sas) Hira mağarasında inzivaya çekildiği bu dönemi “dinî şuur uyanışı” olarak tanımlamaktadır.[17]
Zira onun ruhu, zahiren yalnızlık istese de esasen o, Allah’la muhatap olma arzusunu ruhunun derinliklerinde hissediyordu.(20) Yine onun görmüş olduğu ve ertesi gün apaçık ortaya çıkan sadık rüyalar, aynı şekilde ona yalnızlığın sevdirilmesi peygamberliğin bir mukaddimesi olup adeta onun benliğinin bu ulvi göreve hazırlanmasıydı.[18]
Hz. Muhammed’in (sas) inzivaya çekilmesinin asla toplumdan bir kaçış olarak algılanamayacağını; aksine bu durumu, insanın kendi nefsini ıslah etmesinin ve vicdani kuvvetleri pekiştirmenin bir yolu olarak gören Ramazan el-Bûti (ö. 2013), inzivanın önemi hakkında şunları dile getirmektedir.
“Bir Müslüman uzleti yaptığı ve bu ödevi yerine getirmeye hazırlandığı zaman bundan dolayı onun kalbinde çok büyük bir ilahi muhabbet yeşerir. Bu muhabbet sebebiyle insan, her büyüğü küçük, mağrurları ise hakir görür. Artık her türlü azap ve işkence basit, her tür horlama ve istihza ayağının altındadır. İşte bu öyle bir hazırlık dönemidir ki; Allah davetçileri o dönemde kendilerini ileriki dönemler için silahlandırırlar. Yani bu uzlet dönemi, Yüce Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’i (sas) İslam davetinin yükünü çekmek için yetiştirip hazırladığı dönemdir. Çünkü korku, sevgi ve ümitten dolayı kalpte bulunan vicdanî kuvvetler (motivler, güdüler) soyut aklî anlayışın yapamadıklarını yaparlar.”[19]
Böylece Hz. Muhammed’in (sas) kalbi olumsuz şeylere teveccüh etmekten arındırılarak nurlandırılmıştır.[20]
Mü’min için en önemli hususlardan biri de muhabbetullahtır. Allah’ın sevgisini kazanabilmenin, imandan sonra yegâne amili, Allah’ ın lütuf ve ihsanlarını devamlı olarak düşünmek, onun azameti ve kudreti üzerinde tefekkür etmek, sonra da kalb ve dil ile O’ nu bol bol zikretmektir. Bunlar ise mânâsıyla dünya meşgalesinden kalbi muhafaza edip, halvet ve uzlete çekilmekle mümkün olur.
Burada şunu da ifade etmek lazımdır ki; halvetten maksat insanlardan uzaklaşmak, cemiyetten kaçarak dağları ve mağaraları mesken edinmek değildir. Bu şekilde halvet etmek Hz. Peygamber’ in (sas) ve ashabının tatbikatına ters düşer.
Nitekim Efendimiz (sas):
‘’ İnsanların arasına karışıp onların ezalarına katlanan Müslüman, onlardan uzak durup ezalarına katlanmayandan daha hayırlıdır.’’ buyurmuştur.[21]
Hz. Peygamber’in (sas) bizzat koyun gütmesi, Ficar Harbi ve Hılfu’l Fudûl’e iştirak etmesi, ticari hayatı ve Kabe’nin yeniden inşasında fiilen çalışması gibi pek çok faliyeti, O’nun nübüvvetten önce daima hayatın içinde olduğunu ortaya koymaktadır. O (sas) cemiyetin bütün faziletlerine iştirak etmiş, kötülüklerinden ise uzak durmuş, hiçbir zaman onlara yaklaşmamıştır.
Halvet ve uzlete çekilmekten maksat, halini ıslah etmektir. Şifa bulmak için alınan ilaç, vaktinde ve kâfi miktarda olmalıdır. Haddinden fazla alındığı takdirde fayda yerine zarar vereceği muhakkaktır. [22]
__________________
*Kaynaklarda Hira dağı genellikle yakınındaki Sebîr dağı ile
birlikte zikredilir (İbn Hişâm, I, 53, 251; Ezrakī, II, 204; Tücîbî, s. 357).
Deniz dalgasına benzetilen bu iki dağın bitki örtüsü yer yer görülen dikenli
çalılardan ibarettir. Hira dağı, çevresindeki diğer dağlardan daha dik ve
yüksek olup çıkılması zor çıplak ve kaygan kayalardan meydana gelen sivri
tepesiyle uzak mesafelerden dahi kolaylıkla farkedilir. Hz. Peygamber’in
hayatında çok önemli bir yeri bulunan ünlü mağara zirvenin 20 m. kadar
aşağısındadır. Bu mekân mağara olarak anılmakla birlikte aslında üst üste
yığılan kaya blokları arasında kalmış iki tarafı açık, sivri tonozlu tünele
benzer şekilde gayri muntazam bir boşluktan ibarettir. Son zamanlarda düşme
tehlikesi göz önüne alınarak girişin karşısındaki (Kâbe yönünde) açıklık
taşlarla kapatılmış, sadece hava akımı sağlamak için üst kısmında küçük bir aralık
bırakılmıştır. İçerideki boşluk, bir kişinin başı tavana değmeyecek şekilde
ayakta durabileceği kadar yükseklikte ve yere uzanabileceği kadar genişlik ve
uzunluktadır. Tabana yine son zamanlarda beton karo döşenmiştir, burada
ziyaretçiler teberrüken iki rek‘at namaz kılmaktadır. Mağaraya tabii kayalardan
oluşan yüksek basamaklarla çıkılır ve dar bir düzlükten geçerek girilirdi. Fuat Günel, ‘’ Hira’’ , DİA, XVIII,123-124.
[1] İbn Sa’d,I/I,s.46;Makrizi,İmtâ’,I,7.
[2] Belâzurî,Ensâb,I,148
[3] İbn Hişam,s.144-145.
[4] İbn Sa’d, Tabakat, c.1,s.194.
[5] Abdurrezzak, Nusannef, c. 1,s.321-322, İbn Sa’d, Tabakât,c.1,s.194
[6] Bedrüddin Aynî, Umdetü’l- Kârî, C.1,S,61
[7] İbn Hacer, Fethu’l Bârî, c.1,s.220.
[8] Belâzurî, a.g.e, I/63.
[9] Şûrâ:52, Cum’ a: 4, En’am:124.
[10] Şûrâ:52
[11] Müslim, İman,252.
[12] ‘’Amcamın oğlu, kardeşimin oğlu’’ gibi tabirler, Araplar arasında yaygın olarak kullanılan bir hitap tarzıdır.
[13] İbn Hacer , Fethu’l Bari, c.12, s.321
[14] İbn Sa’d, Tabakat c. 1 s.182 Siyer yayınları
[15] Ahmed b. Hanbel,Müsned,c.2,s.369, Buhari, Sahih,c.8,s.68-69
[16] İbn Kayyım, Zadu’l Mead,c.1,s.33
[17] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12; el-Muttakî, Kenzü’l-Ummal, XI, 406
[18] Ahkâf 46/15
[19] Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, trc. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık, İstanbul 1995, I, s. 68.
[20]. Havva, Said, Hz. Peygamber’in Hayatı, trc.Recep Çetintaş ve dğr., Aksa Yayın Pazarlama, İstanbul 1989, I, s. 239.
[21] Tirmizi, Kıyamet, 55
[22] Bûti, Fıkhu’s-siyre, s. 79-82- 84-85.