Sa'd Suresi Gölgesinde İmtihan; Covid 19

Kulumuz Eyyub’u da (A.s) an, o vakit ki rabbine şöyle nidâ etmişti;

“Bak bana: meşakkat ve elem ile bana Şeytan dokundu.”[1]

Uzun suredir COVİD 19 teşhisi ile tedavi gören bir kardeşiniz olarak; ağrılardan yorgun düşmüş bedenim teselliyi yine Rabbimin bana örnek olarak sunduğu peygamber kıssalarında gözüm, gönlüm ağrılarıma şifa; nefessiz kalan ciğerime bir soluk olsun diye Eyyub’ü (A.s) aramaktadır sayfalarda.

Sâd suresi… Bir solukta ciğerime çektiğim ibretlik bir peygamber kıssası. 

Aslında sure bastan sona peygamberlerin imtihanlarına değiniyor. Başlarda Baba Davud Peygamber (a.s) farklı bir sınav geçiriyor. Oğul Süleyman peygamber (A.s) dünya ile sınanmıştı ve bu sınavı vermişti… Okudum, okudum… Hepsi hayatın içinden imtihanlar… 

Süre devamında, hastalıkla, dertle boğuşan, sınav veren, hastalıkla sınavını Allah’a tam olarak veren bir peygamber, bir örnek sunuyordu adeta bana. Rabbim benimle konuşuyordu adeta. Oku kulum! O bir peygamberdi; yine de en acısından imtihan oldu. Sen de olacaksın: tüm müminlerde imtihan olacak.

Vezkür ‘abdena Eyyub” (…ve kulumuz Eyyub’u da hatırla.)[2]

Allah onu ağır hastalıklarla sınamış; Surenin 46,47. ayetlerinde de ifade ettiği gibi o Allah Subhanehu tarafından saflaştırılmıştır. Rabbimiz bu imtihanlarla (Eyyub A.s) şahsında, imtihanın muhataplarını saflaştırdığını ifade etmektedir. Yani bir tür altının hamının hasından, cevherinin cürufundan ayrılmak için haddeden geçmesi, ateşlerde eritilip ayrıştırılması gibi insan da saflaştırılması için haddeden geçmesi, ateşlerden geçmesi gerekiyordu.Ve işte bu peygamberler, peygamber olmalarına rağmen onlarda bu ilahi yasaya tabi oldular ve sınandılar, ateşlerden geçtiler.

Kıssadan hisse şu aslında; Parçada kötü olarak algılansa da bütün içinde düşünürseniz hayrı görürsünüz. Eyyub (A.s) eğer parçaya baksaydı bedenini saran kan, virüs, enfeksiyon ya da irin her ne ise yola çıkarak bunun berbat bir durum olduğu sonucuna varabilirdi. 

Fakat bütün içinde düşündüğünde şükretti.Şükretti çünkü parçada kötü görünen bu şeyin arkasında gürül gürül gelen bir ilahi ödül olduğuna iman etti… Çünkü Allah hiç kimseye taşıyamayacağını yüklemez ve çünkü Allah hiç kimseye zulmetmezdi…

Onun içinde Allah’ın resulü; Mü’minin başına bela 3 sebeple gelir diyor:

1 – Ya günahına kefaret olarak, yani hak eder, dolayısıyla günahına kefaret olur, belayı çeker günahına karşılık olur.

2 – Ya daha büyük bir belaya kalkan olarak. Yani küçüğü gelir ki büyüğünü engellesin diye.

3 – Ya da ahirette ki konumunu yükseltmek ve yüceltmek için.

Bu durumda parçada kötü gibi görünen hiçbir şey aslında bütün içinde kötü değildir.Hatta ve hatta belki mükemmel bile. Uçağı kaçırdığınız yoldaki kaza bir parçadır, kötüdür, belki arabanız hasar görmüş, hatta siz bile ufak tefek sıyrıklar almış, yaralanmış olabilirsiniz. Fakat bir müddet sonra o uçağın düştüğünü haber aldığınızda nasıl düşünürsünüz. 

Yine yolda kaza geçirdiğiniz anda ki gibi düşünür müsünüz yoksa tam tersine dönüp o anda üzülürken şimdi sevinmeye mi başlarsınız. Hele ki kaza geçirmişim mi dersiniz. İşte parça bütün ilişkisi daha bu bütün dünyevi bir bütün, bir de uhrevi boyutu var. Ahirette büyük mahkemenin huzurunda düşen uçakta ki küçümencik yolcuların, herkesin acıdığı ve bunun ne suçu vardı diye ukalalık yaptığı o küçük küçük çocukların, pırıl pırıl, hesabını hemen verip beratlarını ellerine alıp cennetin yolunu tuttuklarını gördüğünde sen hesabı zor verilecek bir yükle beraber büyük mahkeme de kala kalınca;

“Ya rabbi. Keşke beni de o düşen uçakta kılsaydın” demeyeceğine dair bir garanti var mı? 

İşte o zaman parça bütün ilişkisini gözden kaçırarak asla bir şeyin nihai manada ne anlama geldiği konusunda yargıya varamayacağız… 

Hastalıklarda bir tür ömrü uzatmak. Mesela 70 yıl ibadetle kazanacağımız bir ecri 7 aylık çok ağır bir hastalık sırasında kazanabiliriz. Bu durumda hastalık ömrü uzatmış olmuyor mu? Yani o ibadeti, o hastalığın bize getirdiği ecri, Allah katında ki ödüllü kazanmak için eğer nafile ibadetle çırpınsak; 70 yıl harcamamız gerekirken 7 aylık çok yoğun bir hastalık bizim ömrümüzü 70 yıl kadar manen uzatmış oluyor. Görüyorsunuz değil mi? Nereden baktığımıza bağlı imtihanlar.

Sonuç olarak nereden bakarsanız öyle görürsünüz. Allah’ın gör dediği yerden bakarsanız güzel, şeytanın gör dediği yerden bakarsanız kötü görürsünüz.

Yine bu tedavi sürecin de çocuklarımdan ayrı, sevdiklerimden uzaklaştırılarak hapiste olan, çocuklarından uzak cam ardından konuşan Müslüman mahkûm kardeşlerimizi çok iyi anladım.

Bir defacık sarılabilsem, yeniden kokusunu alabilsem evladımın diyorsunuz ama akıbetiniz meçhul. 

Çünkü etrafınızda ölüm vakaları oluyor ve gençlere de uğruyor imtihanın ağırlığına göre.

Empati duygum gelişti yapayalnız bir odada.

Çaresizlik, bitkinlik beraberinde tarifi zor vücut ağrıları.

Hani Rabbine; Rabbim şeytan bana tarifsiz bir bezginlik ve terk edilmişlik hissi vermektedir diye yalvarmış yakarmıştı Eyyub.”

Azâb geçiyor ayetin sonunda. Şeytan insana azab edemez, bunu biliyoruz değil mi? 

Çünkü İsra/65, Hicr/40 cı ve daha birçok ayette onun Mü’min üzerinde hiçbir gücünün olmadığını söyleyen de yine Rabbimiz. 

Ya ne yapar şeytan, nasıl bir azaptan bahsediyor Eyyub (A.s) ? 

Vehim verir, vesvese verir. Azâb o zaman başlar.

Yani terk edilmişlik duygusu, yalnız bırakılmışlık hissi…

Covid 19 nedeni ile hastanede ya da ev de tedavi sürecinin belki de en zoru budur. Tüm sevdikleriniz. Anne babanız, çoluk/çocuğunuz bir anda etrafınızdan dağılmak zorunda bırakılıyor.Bir anda yapayalnız tek başına bir odada kalıyorsunuz. Hemen bir koridor ardında gözü yaşlı anneniz, ya da size sarılmak için ağlayan çocuğunuzun sesi sizi şeytanın bu vesvesesi ile başbaşa bırakıyor. Aslında bu süreci uzun yazmak isterdim, lakin kalemim hep acıyı yazıyormuş, öyle demiş kardeşlerimiz. Ben de bu kardeşlerimin eleştirilerini dikkate alarak bu zorlu süreci yazmayacağım.

Velhasıl ben her şeye rağmen şunu düşündüm;

Allah tarafından terk edilmişlik hissi uğramasın bana Rabbim. Evet; O, Rabbim beni terk etmesin, gerisi bana imtihan. İşte belki o vakit imtihanı kaybedecek, Rabbime isyan edecektim, bunu biliyordum…

Ve zaten Eyyub (A.s) işte bundan şikayet ediyor ve bu hissin Allah’tan olamayacağını bu hissin olsa olsa şeytandan olacağını vurguluyor ve diyor ki; Şeytan bana böyle bir his vermeye çalışıyor, böyle vesvese vermeye, Allah seni terk etti demeye getiriyor. Azâb kelime anlamıyla terk edilmişlik, yani etimolojik kök anlamı bu.

Hemen ardından yüreğimi bedenimle harekete geçiren bir ayet geliyor.

Diyor ki Rabbim; “Depren ayağınla, işte serin bir yıkanacak ve içecek dedik[3]

İbret dolu. Aynen anlam ayetin vurguladığı gibi hastalıktan kurtulmak için mümkün olan tüm çabayı harca manasına gelen, “çırpın, durma!” Yani kıpra biraz, harekete geç biraz. Kendin için şifa ara. Yani öyle serilme, koy verme her tarafını, umutsuzlaşma. Kalk ve çaresini düşün!

Hikmetini düşün ardından…

Elinden geleni yap, yani öyle yatıp durma manasına ki bunu Resulallah’ta (A.s) görüyoruz. Sevr dağının tepesinde mağarada gelen yardım, o tepeye çıkmadan eteğinde gelmez miydi? O kadar yokuşu, o kadar teri dökmek zorunda mıydı peygamberimiz ve arkadaşı Hz. Ebu Bekir’in.

Evet ter dökmek zorundalardı. İşte bize bu sonucu veriyor. Eteğinde gelmezdi tepesinde gelecek olan. Neden? Çünkü Bittim ben ya Rabbi diyecek kadar gayret sarf etmeden, yettim kulum denilmeyecekti.Bu ilahi bir yasa.

Ve ardından gelen ayet; 

Ve ona bütün ehlini ve beraberlerinde daha bir mislini bahşettik tarafımızdan bir rahmet olarak hem de bir dersi ibret temiz akıllar için.[4]

Hakka mı yoksa halka mı makbul olmak?  Bu soru sorulması gereken bir soru. Yakın çevresi uzaklaşmıştı Eyyub’dan (A.) bu hastalıktan dolayı. Belki ona bakamıyorlardı. Ya da bulaşıcı hastalık endişesi ile uzaklaşmışlardı. 

Düşen insanın etrafı çabuk terk edilir.Belki bundandı, belki başka şeylerdendi. Biz bilemeyiz. 

Ama O, bu haliyle bile halka makbul olmak değil, Hakka makbul olmak istedi. Hakk severse halka da sevdirir. Buna inandı.  Onun için bu ayetle gelen bir müjde, uzak ve yalnız bir yaşam, daha sonra yakın çevresi kendisine geri döndü bir mislini daha verdi hatta. Belki onlar dönerken çoluk çocuğu iki katı olup dönmüşlerdi. 

Bu zorlu süreçte belki de yeni dostlar katılmıştı. Belki onun bu direnci bu sabrı bu ahlakı insanlar nezdinde ki hatırını yüceltmiş ve hakikati gören çevresinde ki dost halkası kat kat genişlemişti. Belki bunu söylüyordu ayet…

‘El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn’’ alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun!Deriz değil mi?

            Neden? Sadece verince demeyiz, verince şükrederiz, alınca da hamd ederiz. Çünkü O vermişti. O alırsa daha iyisini verebilir. Sağlığımızı alırken, daha iyisini vermek için almıştır. 

Sâd suresi bu ayetler bize bunu haber ediyor.

Eyyub’a (A.s)’da daha iyisini vermek için almıştı…

Hakikaten biz onu sabırlı biri olarak bulduk, ne güzel kuldu o. Çünkü o her daim hakka yönelirdi.”[5]

Unutmayalım bu son ibare Süleyman (A.s) ve Davud (A.s) içinde kullanılıyordu. Sabır, direniştir. Allah’a kullukta direniş. Başınıza isterse ateş yağsın, belalar baran gibi insin, hastalıklar yakanızı bırakmasın, siz rabbinize kullukta direneceksiniz!

Sonuna kadar. Eğer direnirseniz unutmayın ki Allah yar ve yardımcınızdır. 

Unutmayın ki; Allah kuluna yeter. Allah kuluna yeter, Allah kuluna yeter… 

‘’Eleys Allâhu Bi kâfin abdeh.’’ Allah kuluna yetmez mi?[6]Yeter…

Sen ki Rabbim! Sen ki; Kitabında mükemmel güzel peygamberlerini bize örnek gösterdin…

Terk edilmiş Bir Gelin vardı; Hacer… Ne demişti hatırlatayım! “Ey İbrahim! Sana beni buraya bırakmayı kim emretti?” 

-Rabbim ya Hacer! Rabbimiz…

 “Öyle ise Rabbim bana yeter ya İbrahim!” 

Belki Şeytan Ona da uğradı, vesvese verdi bu imtihanında. ‘’Sen terkedildin Hacer’’ dedi.

 Ama O, ‘’Rabbim bana yeter!’’ dedi ama çırpındı. Ama durmadı, ama aradı, ama buldu… Bir medeniyet inşaa etti rabbimiz onun eliyle. Onun çırpınışlarıyla. Bir Mekke, bir Kâbe…

Dedim ki Rabbim!

Annemize yeten Rabbim, bana da yeter elbet…

Yetmeli… Yetmiyorsa, yetene kadar burnumuz yere sürtmeli!

Vallahi ne dünya ne de içindekiler bize yetmez dara düştüğümüzde.

Bir tek Rabbimiz, Rabb bildiğimiz bize yâr, bize yeter… 

Ve “…Allah bana yeter! Ben ona dayandım…[7]

Dicle Şafak


[1]Sâd, 41.

[2]Enbiya, 83-84.

[3]Sad, 42.

[4]Sad, 43.

[5]Sad, 44.

[6]Zümer, 36

[7]Tevbe, 129.

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir