Ebu Hanife, içtihatları günümüze ulaşarak geniş bir coğrafyaya yayılmış dört büyük mezhep imamının ilki olup tâbiîn nesline mensup, Ehl-i Sünnet düşüncesinin temel dayanaklarından biri kabul edilen seçkin bir âlimdir. Gerek kendi döneminde gerekse sonraki asırlarda, kelâmî meseleler yahut hadis usulüne dair metodolojik farklılıklar sebebiyle Ehl-i Sünnet’in önde gelen bazı âlimlerinin eleştirilerine konu olmuştur.

İmamlar arasındaki ilmî tartışmaları ele alırken, Ebu Hanife tarafgirliği yaparak diğer imamların ilmî değerini küçültmek doğru olmadığı gibi, onların tenkitlerini mutlaklaştırarak Ebu Hanife karşıtlığına dönüşen bir söylem geliştirmek de ilmî tavırla bağdaşmaz. Zira Ebu Hanife’nin güvenilirliğini teyit edenler, onu eleştirenlerden daha fazladır. Bununla birlikte, bir âlimi cerh eden birkaç ismin varlığından hareketle diğerlerini toptan reddetmek yahut Ehl-i Sünnet’i tek bir imamdan ibaret görmek makul değildir.

Ehl-i Hadis ile Ehl-i Rey ekolleri, yöntemsel ayrışmaları sebebiyle nassı anlama ve değerlendirme biçimlerinde farklılaşmış, bu durum karşılıklı eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Her iki yöntemin güçlü ve zayıf yönleri; ümmet üzerindeki etkileri ve Ehl-i Sünnet’in muhalif akımları karşısındaki katkıları, tarih boyunca olumlu ve olumsuz yönleriyle incelenmiştir.

Ebu Hanife hakkında Sufyan b. Uyeyne, Sufyan es-Sevrî, Evzâî, Ali b. Medenî, İbn Ebî Şeybe, Yahyâ b. Maîn, Eyyûb es-Sahtiyânî, Hatîb Bağdâdî ve İmam Buhari gibi önemli isimlerin sert değerlendirmeleri mevcuttur. Bununla birlikte, bu ifadelerin dönemin ilmî ortamı, iletişim imkânları, şartları ve usullerinin farklılığı çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Söz konusu ihtilafları mutlaklaştırmak yahut tarafgirlik zeminine taşımak ilmî bir tutum değildir.

Bu bağlamda, İbn Teymiyye’nin Muaviye ile Ali (rahimehumallah) arasındaki ihtilafla ilgili verilen bir soruya cevaben söylediği şu ilke dikkat çekicidir:
“Ellerimizin bulaşmadığına dillerimizi de bulaştırmayalım.”
Ardından da şu ayeti okumuştur:
“Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onlara kazandıkları, size de kazandıklarınız vardır. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmazsınız.” (Bakara 134)

Nitekim Ehl-i Hadis’in erken dönem imamlarının sert sözleri, sonraki nesiller tarafından daha mutedil ve insaflı bir yaklaşımla ele alınmıştır.

Serahsî, Usûlü’l-Fıkh’ında şu tespiti yapar:
“İmam Ebu Hanife kendi döneminde hadisi en iyi bilen kimselerdendi. Ravinin hadisi tam olarak zabt etmiş olması şartını aradığından rivayet ettiği hadisler azalmıştır.”

İbn Haldun da benzer şekilde şunları söyler:
“Bazı aşırı görüş sahipleri, bazı müçtehitlerin hadis bilgisinin yetersiz olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa büyük imamlar hakkında böyle bir kanaatin yeri yoktur. Şeriat, Kitap ve Sünnet’ten alınır. Hadisten yeterli payı olmayan bir kimsenin, dini sahih kaynaklarından öğrenmek için hadis talebinde titiz olması gerekir. Rivayetin azlığı, çoğunlukla senetlerdeki illetlere dair hassasiyet sebebiyledir.”

Abdul Fettah Ebu Gudde şu değerlendirmeyi yapar:
“Buhari, hadis ve eser merkezli bir fakih olduğundan, ondan ‘İman söz ve ameldir’ görüşü rivayet edilmiştir. Ebu Hanife ise rey ve fıkıh ağırlıklı bir muhaddistir. Bu nedenle ondan ‘İman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir’ görüşü aktarılmıştır.”

Hintli Hanefi hadis ve fıkıh âlimi Zafer Ahmed et-Tehânevî ise şu önemli tespitte bulunur:
“İmam Ebu Hanife; kıyas ve rey yönü baskın bir muhaddis, İmam Buhari ise eser ve rivayet yönü baskın bir müçtehiddir. Bu nedenle farklı konularda baskın yönlerinin öne çıkması tabiidir.”

Günümüzde anlaşılması gereken husus şudur: Bu imamların tamamı ümmet için büyük değerdir; aralarındaki ihtilaf ve reddiyeleri kendi tarihsel bağlamı içinde değerlendirmek en sağlıklı tutumdur. Ancak günümüzde bazı Hanefi mutaassıplarının, Ebu Hanife’yi savunmak adına özellikle kadim ve muasır Ehl-i Hadis ulemâsına karşı düşmanca bir tavır geliştirdiği görülmektedir. Bu tavır çoğu zaman ilmî değil, Ehl-i Hadis çizgisini takip eden Selefîlere yönelik ideolojik bir karşıtlığın yansımasıdır.

Bu çevrelerin, müteşabih ifadeler veya zayıf karineler üzerinden birçok kadim ve modern âlimi şeytanlaştırdığı da bilinen bir durumdur. Oysa saydıkları isimlerin tamamı, Ehl-i Sünnet’in bir damarı olan Ehl-i Hadis ekolünün temsilcileridir:
İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, İmam Berbehârî, İmam Lâlekâî, Şevkânî, İbn Teymiyye, Hatîb Bağdâdî, İbn Abdülvahhab, Nasıruddin Albani, İbn Baz, İbn Useymin vs gibi…

Sonuç

Ebu Hanife, yaşadığı dönemin fitnelerine ve erken dönem kelâm tartışmalarına en yoğun şekilde tanık olan imamların başında gelmektedir. Hadisi kabul ve rivayet şartlarında son derece titiz olmakla birlikte, hadis ilmine son derece vakıf bir müçtehiddi. Ona yönelik bazı suçlamalar tarihsel bağlam, rivayet zincirlerindeki zayıflıklar, yorum farklılıkları ve müçtehitler arasındaki metodolojik ayrılıklardan kaynaklanmaktadır. Ulemanın büyük çoğunluğu ise kendisini övgüyle anmıştır.

İmamlar arasındaki ihtilafların avam seviyesine indirgenerek polemik konusu hâline getirilmesi ise tarih boyunca fitneye yol açmıştır. Bu sebeple ne alimleri ayet ve hadis konumunda sorgulanmaz otoriteler hâline getiririz ne de hürmete layık konumlarını zedeleyici söylemler geliştiririz.

“Âlimlerin eti zehirlidir; yiyen ölür.” sözü, bu konuda mutedil ve saygılı bir yaklaşımın gerekliliğini veciz bir biçimde ifade etmektedir.

Vesselam…

-AMMAR ESERİ-