Selefin Akidesi Haşevilik miydi?
Allah’ın adıyla…
O’na hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.
Kelami tartışmalardan uzak durma sebebim öncekilerin de bunda bir hayır bulmamaları ve bundan kaçınmalarıdır.
Çünkü bizlerin ıslahı onların ıslah olduğu yoldan başkası değildir.
Kelâmcıların şüpheleri ise insanlara çok söz söyleme gereği doğurmuştur.
Allah’ın istivasını ‘uluvv / yücelik ve yükselme’ manasında kullandığınızda onlar bunu cisim isnat etme olarak anladılar ve bizi bununla suçladılar. Biz bununla Allah’ın cisim olmasını ispat ya da olmadığını nefyetmeyi kast etmedik. Biz şeriatın makul ve meşru gördüğü bir ifadeyi kullanmayı tercih ettik.
Eğer onlar “cisim değildir” derken Allah’ın lazım ve layık sıfatlar ile muttasıf zatının olmadığını ispat etmek istediler ise biz buna karşın var olduğunu ispat edince bizi ona cisim isnat etmekle suçladılar.
Yani sözün lazımı ile bizi kendi şüphelerine kurban etmek istediler.
Halbuki biz şeriatın müsade ettiği gibi Allah’ın kendisi için uygun gördüğü sıfatlar ile muttasıf gerçek bir zatı vardır dedik, O’nun yüzü ve eli olması gibi…
Bunları kabul etmeye cisim dediler. Çünkü onlar kendi şüphelerini bize izafe ettiler. Yüz ve el gibi sıfatları kabul edince bizim etten, kemikten, kandan vb. şeylerden mürekkep bir cisim kast ettiğimizi iddia ettiler. ‘Biz Allah‘ı böyle bir şeyden tenzih ederiz’ dememiz de bizleri ithamlarından kurtaramadı.
Biz Allah ve Rasulünün ve selefi salihinin ifade ettiği gibi ‘Allah Sema’dadır’ dediğimizde semaya parmağı ile işaret eden Allah’ın Rasulüne, O’nun huzurunda semaya işaret etmekle İslam’ına şehadet edilen cariyenin işaretine rağmen bizi ona mekan isnat emekle itham ettiler.
Biz ‘Allah’ı hiçbir mekan ihata edemez ve Allah bütün şüphelerinize rağmen semadadır. Çünkü Allah, Rasulü ve selef böyle demiştir biz de onların dediklerini diyoruz’ dediğimizde bizi Allah’ı mekana muhtaç olduğunu söylemekle itham ettiler.
Biz, Allah semada’dır diyoruz. O, yedi kat semada arşının üzerindedir. Bütün mahlukatın üstündedir dediğimizde bize arşın O’nu taşımasını kast ettiğimizi yakıştırdılar.
Biz göktedir derken insanların ilk duyduğunda kast ettiği göğü değil Allah’ın semada olmasını yani şanına yaraşır şekilde Uluvv’da olduğunu ifade ediyoruz.
Bizim bu ifademizden cisim anlayan, O’na yer isnat etmek anlayan kelamcılardır. Onların şüpheleridir. O zaman siz neyi kast ediyorsunuz denecek olursa biz Allah ve Rasulü bu ifadeler ile neyi kast etti ise odur diyoruz. Bunda selefimiz de bir mazur görmedi diyoruz.
Ebu Mut’i, Ebu Hanife’ye: “Ben, Rabbimin semada mı yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum” diyen kimsenin durumu hakkında sordum. İmam şöyle dedi: “Bu kimse kafir olur çünkü yüce Allah: “Rahman arşa istiva etti.” demiştir. O’nun arşı ise yedi kat göğün üstündedir. Ben: Eğer O, arşın üzerindedir’ dediği halde: “Bilemiyorum arş semada mıdır yoksa yerde midir? diyecek olursa dedim.
Yine O, kafirdir. Çünkü o, yüce Allah’ın gökte olduğunu inkar etmiştir. O’nun gökte olduğunu inkar eden de kafir olur.’ dedi. Ebu’l İzz, Şeyhu’l İslam Ebu İsmail’den bunu naklettikten sonra şu ziyadeyi de nakleder; çünkü Allah a’la-yı illiyyindedir. O’na dua edilirken yukarıdan istenir aşağıdan değil der. (Tahavi’ye yazdığı şerhte Ebu’l İzz sh: 322-323’te bunu nakleder.)
Hasılı; onlar semadadır dedi, yedi kat semada arşının üzerinde dedi ve onlar bunu mekan isnat etme, mekanın ihata etmesi, cisim izafe etme olarak anlamadılar. Bu anlayışı ancak kelâmcıların şüpheleri sulandırdı. Biz yorum yapmıyor imamlarımızın dediği gibi kabul ediyoruz. Sonradan gelen ve içtihad ehli olan İmam Maturidi ve İmam Eş’ari için de ne bid’atçi deriz ne de onları zemmederiz. Biz sadece böyle inandığımızı ifade ederiz.
Birilerinin iddia ettiği gibi bu akide İbn Teymiyye ile veya Muhammed bin Abdilvehhab ile ortaya çıkmış bir akide değildir. Selef-i salihin dediğimiz ilk nesil dururken onlardan asırlar sonra gelen alimlerden bu dini elbette alacak değiliz ve biz bu sözleri söyleyenlerin ilki de değiliz, bundan Allah’a sığınırız. Bilakis bu ümmetin en hayırlı olan ilk nesillerinin de bu akide üzerine olduğuna ve zikrettiğimiz lafızların tamamının onlardan bize gelen kaviller olduğuna inanıyoruz. Allah subhanehu’nun arşa istivasının manevi değil bilakis -ihata ve temas olmaksızın- zatıyla istiva ettiğine inanıyoruz. Allah’ın zatıyla arşa istiva etmesinin mahluka temasını ve mahlukun onu ihata etmesini asla gerekli kılmaz. ‘Bu, O’nun şanına yaraşır şekildedir’ deriz ve sükut ederiz. Bunun müşebbihe ve mücessime akidesi olmadığını, bunun selefin akidesi olduğunu söylüyor ve ısrarla bizlere mücessime ve müşebbihe ithamında bulunanlara karşı bu konuyla ilgili her mezhepten ulemamızdan gelen bazı nakilleri zikrederek makaleyi bitirmek istiyorum.
Şafi’i fakihlerinden Ebu’l-Huseyn el-İmranî rahimehullah dedi ki:
عند أصحاب الحديث والسنة أن الله سبحانه بذاته بائن عن خلقه على العرش استوى فوق السموات غير مماس له وعلمه محيط بالأشياء كلها
“Hadis ve sünnet ashabının yanında Allah -subhanehu- zatı ile mahlukatından ayrı, ona temas etmeksizin semaların üzerine arşa istiva etmiştir. Onun ilmi ise bütün eşyaları kuşatmıştır.”
(el-İntisar fi’r-Reddi ala’l-Mu’tezile c.II s. 607)
İmranî rahimehullah Şafi’i fukahasındandır. Muhaliflerimize lazım gelen, onun mucessime ve müsebbihe olduğunu ispat etmeleridir. Mezhebimizde ya da diğer mezhepler içirisinde kim kendisini tecsim ve teşbih mezhebine dahil etmiştir ?
Hanbeli fukahasından Şeyh Abdulkadir el-Ceyli rahimehullah şöyle demiştir:
وينبغي إطلاق صفة الإستواء من غير تأويل وأنه استواء الذات على العرش ولا على معنى العلو والرفعة كما قالت الأشعرية
“İstiva sıfatını te’vil yapmaksızın ıtlak edilmesi gerekir. (O da) Allah’ın zatı ile arşa istiva ettiğidir, Eş’arilerin dediği gibi uluv/yücelik ve rif’at/fevkiyet anlamında değildir” (el-Gunye c. I s.124)
Maliki fukahasından Malik’us-Sağir olarak bilinen İbn Ebu Zeyd el-Keyrevani dedi ki:
وأنه فوق عرشه المجيد بذاته وهو في كل مكان بعلمه
“O (Allah) zatı ile mecid olan arşının üzerindedir, ilmi ile her yerdedir” (er-Risale s.18)
Hanefi ulemadan Ebu’n-Nasr es-Siczi rahimehullah şöyle demiştir:
واعتقاد أهل الحق أن الله سبحانه فوق العرش بذاته من غير مماسة
“Hak ehli’nin itikadı (şöyledir); “Allah temas etmeksizin zatıyla arşın üzerindedir” (Risalet’us-Siczi s.188-190)
Tasavvuf ehlinden Haris el-Muhasibi rahimehullah şöyle demiştir:
فهذا مقطع يوجب أنه فوق العرش فوق الأشياء منزه عن الدخول في خلقه لا يخفى عليه منهم خافية لأنه أبان في هذه الآيات أن ذاته .بنفسه فوق عباده لأنه قال: “أأمنتم من في السماء أن يخسف بكم الأرض“
“Bu, Onun (Allah’ın) arşın ve eşyaların üzerinde, mahlukatına duhul (hulul) etmekten münezzeh olmasını gerektiren bir kesittir. Gizli olan hiçbir şey O’na gizli kal(a)maz! Çünkü O (Allah), bu ayette ifade etti ki, zatı nefsi ile kullarının üzerindedir. Çünkü O ‘Semadakinin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz!‘ demiştir” (Fehm’ul-Kur’an s.349-350)
Biliyorsunuz ki bazı çevreler ‘Seleften kimse zat ile istivayı söylememiştir’ diyorlar. Peki böyle midir ?
.فهو فوق السماوات وفوق العرش بذاته متخلصا من خلقه بائنا منهم، علمه في خلقه لا يخرجون من علمه
İbn Ebi Şeybe rahimehullah dedi ki: “O (Allah) zatıyla semaların ve arşın üstündedir. Mahlukatından bağımsız ve onlardan ayrıdır. Onun ilmi ise mahlukatının içindedir, Onlar (mahlukatlar) onun ilminden çıkamazlar.” (el-Arş c.I s.297)
Cehmiyye’ye kılıç çekmiş, ömrünü onlar ile savaşmakla harcayan Ebu Said Osman bin Said ed-Darimi rahimehullah şöyle demiştir:
لأنه قال في آي كثيرة ما حقق أنه فوق عرشه فوق سماواته فهو كذلك لا شك فيه فلما أخبر أنه مع كل ذي نجوى قلنا علمه وبصره معهم وهو بنفسه على العرش بكماله كما وصف
“Çünkü O (Allah), kendisinin arşın ve semavatının üzerinde olduğunu birçok ayet ile kanıtlayarak söylemiştir. Şüphesiz ki bu böyledir. Her gizli konuşan kimsenin yanında olduğunu haber verdiğinde biz dedik ki ilmi ve görmesi ile onlarla beraberdir. Lakin Nefsi (Kendisi), kemali ile vasıfladığı gibi arşın üzerindedir” (er-Reddu ale’l-Cehmiyye s.50) Allah Ebu Said’e merhamet etsin. O bu hususta haksızca ta’n edilmiştir. Halbuki zikrettiğimiz gibi bu onun teferrüd ettiği bir husus değildir. Bu kimseler her ne kadar ona itibar etmese de onu da kasten zikrettik.
Alusi rahimehullah dedi ki:
والفوقية بمعنى الفوقية في الفضل مما يثبتها السلف لله تعالى أيضا وهي متحققة في ضمن الفوقية المطلقة، وكذا يثبتون فوقية القهر والغلبة كما يثبتون فوقية الذات ويؤمنون بجميع ذلك على الوجه اللائق بجلال ذاته
“Selefin Allah azze ve celle’ye ispat ettiği fazilet anlamındaki fevkiyyet, mutlak olan fevkiyyeti içerir. Selef zat fevkiyyetini ispat ettiği gibi kahır ve galebe fevkiyyetini de aynı şekilde ispat etmiştir. (Onlar) Allah’ın zatı’nın celaline layık olacak şekilde hepsine iman ederlerdi” (Ruhu’l Me’ani c.IV s.110-111)
Hanefi fukahasının öncülerinden olan Ebu Ca’fer et-Tahavi ile görüşmüş olan Mesleme bin Kasım el-Kurtubi rahimehullah dedi ki:
والله بذاته على العرش مستو بائن من خلقه بذاته
“Allah zatı ile arşın üzerine istiva etmiş ve zatı ile mahlukatından ayrıdır” (er-Reddu ala Ehli’l-Bidei ve Tebyini Usulu’s-Sunne s.33)
Şeyhu’l Hanabile Ebu’l-Abbas İbn Teymiyye’ye bu hususta çokça zulmedilmekte, sanki bunu onun çıkardığını iddia etmektedirler.
وكلام المالكية في ذم الجهمية النفاة مشهور في كتبهم وكلام أئمة المالكية وقدمائهم في الإثبات كثير مشهور حتى علماءهم حكوا إجماع أهل السنة والجماعة على أن الله بذاته فوق عرشه وابن أبي زيد إنما ذكر ما ذكره سائر أئمة السلف ولم يكن من أئمة المالكية من خالف ابن أبي زيد في هذا
İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki: “Malikilerin kitaplarında nufat olan cehmiyyeleri zemmetmesindeki kelamları meşhurdur. Maliki imamlarının ve eski Malikilerin ispat noktasındaki sözleri çok meşhurdur. Hatta (Maliki) alimleri Allah’ın -azze ve celle- zatıyla arşın üzerinde olmasında ehli sünnet’in icmasını aktarmışlardır. İbn Ebi Zeyd sadece selef imamlarının zikrettiği şeyleri zikretmiştir ve Maliki alimlerinden bu hususta İbn Ebi Zeyd’e muhalefet eden kimse olmamıştır.” (Mecmûu’l Fetava c.V s.182)
Zahiri mezhebinden Ebu Ahmed el-Kassab rahimehullah şöyle demiştir:
يخافون ربهم من فوقهم دليل على أن الله جل جلاله بذاته في السماء أي فوق السماء على العرش وليس في الأرض إلا علمه المحيط بكل شيء
“Onlar üstlerinde olan Rabbinden korkarlar’ ayeti delildir ki; Allah -azze ve celle- zatı ile semada ya’ni semanın üstünde arşın üstündedir. Yerde ise sadece O’nun her şeyi kuşatan ilmi vardır.” (Nuketu’l-Kur’an c.II s.68)
Ebu Ahmed fıkıhta zahiri olsa da sünnetin asılları hususunda sünnet ehlindendir. Allah ona merhamet etsin, o birçok hususta harici, murci ve itizal ehline reddiyeler vermiştir.
Eş’ari alimlerinden Ebu Abdullah el-Kurtubi rahimehullah şöyle demiştir:
وقد كان السلف الأول رضي الله عنهم لا يقولون بنفي الجهة ولا ينطقون بذلك بل نطقوا هم والكافة بإثباتها لله تعالى كما نطق كتابه وأخبرت رسله ولم ينكر أحد من السلف الصالح أنه استوى على عرشه حقيقة وخص العرش بذلك لأنه أعظم مخلوقاته وإنما جهلوا كيفية الاستواء فإنه لا تعلم حقيقته قال مالك رحمه الله الاستواء معلوم يعني في اللغة والكيف مجهول والسؤال عن هذا بدعة وكذا قالت أم سلمة رضي الله عنها وهذا القدر كاف ومن أراد زيادة عليه فليقف عليه في موضعه من كتب العلماء والاستواء في كلام العرب هو العلو والاستقرار
“İlk selef -Allah onlardan razı olsun- (Allah hakkında) ciheti nefyetmez ve bunun (cihetin nefyi) ile konuşmazdılar. Bilakis onların hepsi, kitabın nutkettiği ve Rasulün haber verdiği gibi onu nutkedip ispat ediyordular. Salih seleften hiç kimse ‘Onun arşına hakikaten istiva ettiğini’ inkar etmiyordu. Arş buna (Allah’ın onun üzerine istiva etmesine) tahsis edilmiştir. Çünkü o, mahlukatın en büyüğüdür. Onlar (selef) ancak istivanın keyfiyetini bilmiyordular. Muhakkak ki onun hakikati, (mahlukat tarafından) bilinmez. Malik rahimehullah; ‘İstiva ya’ni luğatta ma’lumdur, keyfiyeti meçhuldür ve bundan sual etmek bid’attır’ derdi. Hakeza Ummu Seleme radiyallahu anha da (böyle) derdi. Bu (kadar) takdir, (açıklama) kafidir. Kim bunun üzerine ziyade etmek istiyorsa ulemanın kitabından (ilgili) yerler üzerine müracaat etsin. İstiva Arap kelamında, uluvv (yükselmek) ve karar kılmak (manasındadır)” (Kurtubi, el-Cami li Ahkami’l-Kur’ân c.VII s.219-220) Dikkat ederseniz Kurtubi burada zat ile istivaya iki şekilde işaret etmiştir. Birincisi selefin ciheti ispat ettiğini söylemesi, ikincisi istivayı istikrar olarak mana etmesidir.
Sözlerin sonu Allah’a hamd etmektir.