Yarı Mealcilere Göre Her Peygambere Kitap Verilmiştir
Daha önce kendisine kitap verilmeyen peygamberlere gelen vahiyle alakalı bir makale yayınladıktan sonra bir yarı mealciden; “Yazıyı yazan, Enam 89. ayeti görmezden gelmiş” şeklinde bir dönüş oldu. Yani arkadaşın düz mantığına göre bu ayet, her bir peygambere ayrı bir kitap verildiğini söylüyormuş. Tabi usulüz, metotsuz, menheçsiz ve literal olan bu mantığın böyle bir sonuca varmış olması, bizce şaşırtıcı değildir. Çünkü çok farklı tipteki bireyleriyle muhatap olduğumdan, nasıl bir çarpıklığın dibinde bocaladıklarını yakından biliyorum. Esasen bu durum, usulsüzlüğün olağan bir sonucudur.
Bunlar Allah’ın kelamını düz mantıklarına uydurabilmek için gerektiğinde tek cümleyi cımbızlayarak alırlar. Gerektiğinde de konuyla alakalı başka ayetlerle ya da ayetlerin bağlamları içerisinde bütüncül bir anlam ararlar. Belli bir ilmi usul olmayınca, anlayışlar anlık bile değişebiliyor. Hiçbir aslı olmayan ve belki tarih boyunca hiç kimsenin söylemediği bu anlayışın çarpıklığını özetle göstermeden önce, söz konusu ayetin mealini bağlamı içerisinde verelim.
«İşte bu (yaratılanların ve doğup batanların ilah olamayacağı konusundaki muhakeme ve mukayese yeteneği ve feraseti) İbrahim’e kavmine karşı verdiğimiz hüccetimizdir… Ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh’u ve onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u hidayete ulaştırdık. Biz, ihsan ve ihlas sahibi olanları işte böyle ödüllendiririz. Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da (hidayete eriştirdik). Onların hepsi salihlerdendir. İsmail’i, Elyasa’yı, Yunus’u ve Lut’u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini âlemlere üstün kılıverdik. Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip ilettik…. Bunlar, kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimizdir…» [Enam: 6/83-89]
Bu kapsamda; «Bunlar, kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimizdir.» cümlesi cımbızlanıp, hem bağlamından ve hem de konuyla alakalı başka ayetlerden bağımsız olarak anlamlandırılarak her bir peygambere bir kitap verildiği ileri sürülmüştür. Belki o kadar da olmaz diyeceksiniz ancak oldu. Sadece İslam tarihi değil, insanlık tarihi boyunca böyle bir iddia, Allah bilir ki ilk defa ileri sürülüyordur. Hiçbir tarihi kayıtta, hiçbir haber, rivayet, kıssa, halk kültürü vs. hiçbir yerde her peygambere birer kitap verildiği iddiasına rastlanmaz. Tabi bu çarpık zihniyet ilmi metodolojiye usul faşizmi derken, Kur’an’ı hem vakıa ve hem de kendisiyle çarpıştıran iddialar için bütün tarih ve vakıayı da silip atabiliyor.
Şimdi ayetin düz bir mantıkla nasıl çarpıtıldığına bakalım. Öncelikle Türkçeye “Bunlar” şeklinde tercüme edilen “Ûlaike” (أُولـئِكَ) kavramı, Arapça’da çoğul ism-i işarettir ve sadece öncesinde geçenleri ifade eder. Dolayısıyla bu ayetten söz konusu iddia doğru faraza kabul edilse bile, bütün peygamberler değil, sadece burada zikredilen on sekiz peygamber bu kapsama girer. Dahası meseleye bu düz mantıkla bakılırsa, ayetin kapsamında sadece peygamberler değil, babaları, zürriyetleri ve kardeşleri de zikredilmiştir. Şu halde ism-i işaret, kendisinden önce geçen herkese işaret olacağından, bu iddia babaları, zürriyetleri ve kardeşleri için de geçerli olacaktır. Zira bunları, mevzubahis iddiaya dayanak yapılan cümleden istisna edecek bir kayıt bulunmuyor.
Bununla birlikte her bir peygambere ayrı bir kitap verildiyse, burada Musa (as) ile birlikte Harun (as) da zikredilmiştir. Şu halde ona da ayrı bir kitabın verildiği söylenmelidir. Oysa Kur’an’ın kendisi Harun (as)’un, bir nebi olarak Musa (as)’nın yardımcısı olduğunu söylüyor. Yine bu düz mantığa göre bakılırsa, kitaptan hemen sonra zikredilen “Hüküm” (الحُكمَ) kelimesi de birincil anlam olarak idare yetkisini ifade eder. Nitekim Musa (as), ondan sonra Davud (as) ve Süleyman (as) idari olarak hükmetmişlerdi. Bu durumda bütün peygamberlerin veya en azından burada adı geçenlerin idari olarak da hükmettiğini söylemek gerekecektir. Bu usulsüz düz mantığın çarpıklığını göstermek adına verdiğimiz örnekleler yeterlidir sanırım.
Söz konusu iddiaya temel yapılmaya çalışılan cümlenin bağlamından koparılmasının nasıl bir çarpıklığa yol açtığını kısaca gösterdikten sonra, ayrıca Kur’an’ın da birbiriyle çarpıştırıldığını da bir iki örnek ile gösterelim. Şöyle ki, bu bağlamın başında İbrahim (as) zikredilmiştir ve kendisine kitap verildiği iddia ediliyor. Oysa Kur’an’ın kendisi Ala Suresi 87/19. ayette İbrahim (as)’e sahife verildiğini belirtiyor.
Yine burada Davud (as), Süleyman (as), Zekeriya (as) ve Yahya (as) gibi Musa (as)’dan sonra İsrail Oğullarına gönderilmiş nebilerden de bahsedilmektedir. Maide Suresi 4/44. ayette ise; «Gerçek şu ki, içinde bir hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı Biz indirdik. Müslüman (Allah’a teslim) olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi.» denilerek, Musa (as)’dan sonra İsa (as)’ya kadar İsrail Oğullarına gönderilmiş nebilerin Tevrat ile hükmettiği açıkça ifade ediliyor. Davud (as)’a kitap olarak Zebur verilmişse de, Zebur, İncil gibi yeni bir şeriat değildi. Daha çok vaaz ve nasihat içerikliydi.
Netice itibariyle literal ve düz mealci mantık cımbızlama yaparak Enam Suresi 6/89. ayetten her bir peygambere bir kitap verildiğini ileri sürerken, bu ayeti, yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerle çarpıştırdığının farkında bile değildir. Son olarak İslam ulemasının mevzubahis ayete yaptıkları tefsire bakarak, konuyu açıklığa kavuşturup noktalayalım. İşte bu noktada, Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi için başta dil bilimleri olmak üzere, Kur’an ilimleri hayati ödeme sahiptir. Zira lafız mananın kalıbıdır, lafız çözümlenmediğinde, çoğu zaman doğru bir manaya ulaşmak da zor olur. Özellikle ahkâma temel yapılan Kur’an’ın asıl metni değil de, meal ve tercümeler olunca, işte bu iddia gibi fecaatler ortaya çıkıyor.
Oysa Kur’an’ın asıl metni ilmi olarak tahlil edildiğinde, mevzunun çözümlemesi çok kolay ve çok basit olur. Şöyle ki, ayette geçen “el-kitap” (الكِتابَ) kelimesinin başında geçen “el” (ال) takısının dört türü vardır ve burada cins türündendir. Dolayısıyla anlam olarak manaya cins yani tür anlamını katmaktadır. Bu da her bir peygambere ayrı bir kitap değil, hepsinin verilmiş belli başlı kitaplarla hükmettiği anlamına geliyor. Diğer bir ifadeyle bu ayet, konuyla alakalı başka ayetlerle birleştirilerek bütüncül olarak anlamlandırıldığında, İbrahim (as)’e sahifeler, Musa (as)’ya Tevrat, Davud (as)’a Zebur ve İsa (as)’ya İncil verildiği, onlardan sonraki nebilerin de bu şeriatlerle hükmettiği manası çıkıyor.
Ayetin ilmi tahlilinden anlaşılan diğer önemli bir husus ise; kitaptan sonra hüküm ve nübüvvete vurgu yapılmış olması, kendisine Tevrat, İncil, Kur’an gibi bildiğimiz anlamda kitap verilmemişse de, her bir peygamberin vahiy aldığı ve bu doğrultuda önceki şeriat ile hükmettiğidir. Nitekim Taberi gibi müfessirler bu ayeti tefsir ederken, kitaptan kastın İbrahim (as) ile Musa (as)’ın sahifeleri, Davud (as)’un Zebur’u ve İsa (as)’nın İncil’i ve hükümden kasıt ise, bu kitapları anlayıp içeriğini bilmektir diyor. Ayrıca yazılmaya müstahak anlamında her bir peygambere gelen vahye kitap da denilebiliyor. Zaten kitap, bir araya getirilmiş yazılar demektir. Ayetin ilmi tahlili hakkında daha fazla detay isteyen Taberi, Razi, İbni Aşur gibi müfessirlerin tefsirlerine bakabilir.
İşte bunun için her zaman ümmetin ilmi usullerine vurgu yapıyoruz. Zira iki satırlık bir ilmi tahlil ile çok kolay çözümlenebilen bir cümleden, usulsüz düz mantık ile hem Kur’an’a ve hem de vakıaya ters bu kadar uçuk iddialar ileri sürülebilir!…
Peygamber ﷺ’in Dindeki Konumu Sünnet ve Yarı Mealcileri
Burhanüddin Aldiyai