İNSAN ANLAŞILDIĞINDA ÇİÇEK AÇAR

Toplu bir ortamda karşılaştık O ‘nunla,yıllar olmuştu görüşmeyeli, duydum ki evlenmiş bir çocuğu olmuştu .O’nu uzun bir süre uzaktan seyrettim. O yemyeşil gözleri canlılığını kaybetmiş,parlak yüzü solmuştu.Tıpkı benim O’nu gözlemlediğim gibi çokta belli etmemeye çalışarak beni gözlemliyordu.Anlaşılan O’da beni tanımakta zorluk çekmiş olmalıydı.Öyleya yıllar tıpkı onda olduğu gibi bende de neleri alıp götürmüştü.Sessizce yanaştı yanıma.

”Selam aleykum abla sen Güzüde misin?”diye sordu.

Minik bir tebessümle ”Evet” dedim.

Yılların ışığını söndürmüş o yemyeşil gözleri buğulandı.O’nu gördüğüm için mutlu olmuştum fakat böyle çökmüş bir vaziyette gördüğüm içinse hüzünlenmiştim. 

Biraz hoşbeş ettik, hep bir şey söyleyecek de söyleyemiyor gibi bir hali vardı.Ayrılma vakti gelince.

Abla görüşmem lazım seninle, Bir derdim var, lütfen bana numaranı verir misin?” dedi.

Kaç kez  kendime “artık kimseye numaramı vermeyeceğim.” diye söz vermistim.

Şimdi o bu haldeyken, üzerimde bir vefa borcu, güzel günlerin hatırı varken, nasıl yok diyebilirdim ki.

“Ben senin numaranı alayım, sana dönmeye çalışacağım inşallah”  dedim.

Saatlerce düşündüm, bir tarafım “Canım sende  Güzün teyze değilsin ya ne yapabilirsin sanki …” diyordu.

Diğer yanımsa “Ya yapabileceğin bir şeyse, O senden yardım istedi, üstelik sana bir derdim var demeden önce sen O’nun nasıl da bitkin olduğunu fark ettin bu halde rahat uyuyabilecek misin” diyordu.

Bu halde iki gün bekledim, arada acı dolu gözleri gözlerimin önüne gelip duruyordu, içindeki bu ikili konuşmadan kurtulmalıydım. En güzeli olayı eşime açmaktı.O’da nasıl olsa “Hayır numaranı verme” diyecektir. Ben de eşe itaat bahanesi ile içimdeki çelişkiden kurtulmuş olacaktım, öyle ya işimize geldiği yerlerde Biz kadınlardan daha itaatkari yoktur. 

Eşimse “bu durumdaki birini yapabileceğin bir şey yoksa bile dinlemelisin” demesin mi! 

Artık vicdanımı susturabilmek için tutunabileceği bir dal yoktu.

Yüreğim  deartık ne bir kimseyi dinleyebilecek ne de anlayabilecek bir güçsüzlük vardı bunun da etkisiyle; 

“selam aleyküm kardeşim! ben Güzide nasılsın? “diye mesaj attım.

Bana mesaj yoluyla derdini anlatır diye umut etmiştim.

Bana mesaj yoluyla derdini anlatir diye umud etmiştim.Zira şâhit olduğumuz savaşlarda ölen çocukların ve feryad eden annelerin acısı, bir kaldirim koşesinde kaybettiği anne babasının açısıyla aglayan bir minik yüreğin sancısı ….benim kaç bir derdimin üzerini örtmüşdü.Kac bir acımı bastirmaya çalişmiştim bu acılarla.Bu sebeple daha büyük bir dert ve acı ne olabilirdi ki? Belki büyütüyordur içinde, büyütme der geçerim…diye düşünmeye devam ederken; 

“aleyküm selam abla, dönmeyeceksin diye çok korktum ne olur abla bana gel, ben gelemiyorum, lütfen gel abla….” 

Subhanallah! neydi bu kadar acil olan? Ne yazacağımı bilemedim.Bir kaç saat cevap veremedim, Nasıl olsa benim için abartiyordu…Cevap vermedigim bir kaç saat içinde; “Abla …” 

“Abla gelecek misin?” 

“Abla lütfen cevap verir misin?” Diye mesajlar atmıştı…

Ayaklarım hep geri geri gidiyordu.”Esime söyleyeyim o muhakkak işten  geç gelir, böylece gidemem” diye düşündüm.

Eşimse “Benim de uzun zamandır o tarafta isim vardı, çocukları anneme bırakalım, ben de işimi hallederim sen çıkana kadar…” diye cevap verdi.

Hani derler ya kadar ağlarını örüyordu, ilahi irade O’na doğru sürüklüyordu beni…

Oysa akşam çocukları uyutup beyin neronlarimin besin saatinde en güzel kitaplarimdan birini okumanın hayalini kuruyordum…Eşimin mesajı ile şekeri elinden alinmiş çocuk gibi boğazım düğüm düğüm oldu…Mecbur;

“akşam inseAllah geliyorum” diye mesaj attım.

Bana kapıyı gözleri ağlamaktan şişmiş  kipkirmizi olmuş bir halde açtı.Uzun kolidorda hoşbeş ettikten sonra;

” Bu sen misin?diyorsun  değil mi abla ?” Dedi.

Kafamı sallayarak “Yani evet” dedim.

“Her şeyi anlatacağım abla çocuğu yatırıp geliyorum, sen şu odaya gir ,lütfen rahat ol kimse yok, çok bekletmeyecegim inseAllah” dedi.

Odaya girdigimda sağ tarafta boydan boya dizayn edilmiş, geniş bir kütüphane hemen kütüphanenin karşısına yer yer serpilmiş minderler, ortada minik bir sehba, üzerinde kurumuş güllerin bulunduğu vazo ve iki ayrı kitap, kütüphanenin uçlarında birer rahle ve üzerinde mealli Kur’an’ı Kerim.

Odada gördüğüm manzaranın etkisiyle “Himmm demekki sorun eşiyle degil…” diye hızla düşündüm.Sonra vazgeçtim bu düşünceden. “sanki her kitap okuyan…”

“Neyse! Ben en iyisi kitabımı okuyayım”diyerek , çantamdan kitabımı çıkardım.Okumaya başladım ancak ne mümkün kitaba  kendimi verebilmem.Zihnim hep O’nda, başta önemsemedigim konuyu birden önemser olmuştum.

Sayfaları çeviriyor, dikkat etmeye azmederek baştan alıyor fakat bir kaç satır sonra zihnimin tekrar onda olduğunu görüyordum…Aslında  önemsiyordum sadece önemsemedigimi zannediyordum, yorulmuştum belkide bu tarz şeylerden….

Kitabı bırakmaya karar verdim” bu günde kitap olmasın, biraz dertlesiriz, sonra eski günleri yadederiz, bu günde böyle olsun” diye rahatlattim kendimi.Ben kitabı bırakır bırakmaz elinde bir çay tepsisi ile içeri girdi.

“buyur ablacım seni dinliyorum” dedim.

“ablaaaa …” Diyerek ağlamaya başladı, çenesi ve elleri titriyor içini çekiyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Biraz ağlayacak,sonra rahatlayacak ve öyle anlatacak galiba …diye düşündüm.Lakin hem hıçkıra hıçkıra ağlıyor, hemde anlatıyordu…

Dinlerken yanilmadigimi düşünmeye başladım, evet çokta kendine dert edinilecek bir konu degildi.Kendimi hazırladım, O’na diyecektim ki;”Kardeşim sen hiç bombalar altında çocuğunu kaybetmiş bir annenin feryadını işittin mı? Kendinden daha kötü durumda…” Derken.

“Ablaaaa lütfen sende diğerleri gibi konuşma!Lütfen beni anla !” Lütfen benim acımı küçümseme!” Dedi.

Hazırladığım onca cümle boğazıma dizildi,aslında haklıydı ben kendimden kötü durumda olan kimseleri düşündüğümde, kendi çözümlenmeyen onca problemimin üzerini örterek, kuluçkaya yatirmistim, benden daha kötü durumda olan kimselerin acısını düşünerek sabredip kendi acımı bastirmis, sabretmistim, yada sabrettigimi zannetmiştim ,Evet çözümlenmeyen, kabullenilmemis bir gün madden yada manen bir yerden uyanacak olan sorunları kuluckalamistim…

O’na daha güzel bir cevap vermek için, kafamı salladım ve O’nu biraz daha dinlemem gerektiğini hissettirdim, böylece hem daha iyi anlamış hem zaman kazanmış olacaktım.

Daha güzel bir cevap vermek için bir kaç soru sordum,sanki illa cevap vermek zorundaydım, illa cevap vermeliydim.

Sonra O’na kendi hayatımdan yada, daha önce şahit olduğum bir kaç kişinin hayatından örnek vermeyi düşündüm.

“Ablaaa’Bende de şu şu şu var’ deme bana lütfen!”dedi.

Aklıma ne Zaman birine derdimi anlatacak olsam;”Ne olmuş canım o da bir şey mi?sen hele bir beni dinle” diyerek susturuldugumu,karşımdaki kişiyi de dinlerken sırf onu mahcup etmemek için susup “Evet senin ki daha büyükmüş” der gibi dinledigimi,O’nu dinlerken rahatlamaktan ziyade geri tepilmenin sitresiyle bigulduğumu …Hatırladım O’na hiç kimsenin hayatından örnek vermemeye karar verdim…

Peki şimdi ne yapacaktım,kendimi kapana sıkışmış gibi hissettim,anlatırken öyle içten ağladığı şeyler bana göre ağlamaya değmeyecek kadar gereksiz geliyordu…

Birden aklıma kızım geldi,evet kızım!Benim gereksiz bulduğum ne çok şeye ağlıyordu, ama ben onu anlamaya çalışıyor,duygularını önemsiz ve gereksiz bulmuyordum.Evet! Cevap  vermek zorunda değildim, belki de sadece anlamam yetecekti O’na…

Olaylara O’nun penceresinden bakmaya gayret ettim,lakin yinede O’nu anlayamiyordum.Neden anlayamıyordum neydi eksik olan? 

Çok sonra farkettim ki olaylara O’nun penceresinden bakıyor ama O’nun süzgecinden geçirmiyordum.Ben mantık süzgeci kullanıyordum,O ise duygu, benim süzgecimden akıp giden O’nun suzgecinde takılıyordu.Bu sebeple ağladığı şeyleri küçük görüyor,her ne kadar O’na hissettirmesem de kibir tahtına kurulup O’nu ve dertlerini kucumsuyordum.Halbu ki aynısı bana yapıldığında ne kadarda inciniyordum.

Herkesin içine düştüğü kuyusu kendine derin olsada en azından sesine ses  vermeliydim.

Süzgecimi değiştirip tekrar kulak verdim, bu sefer O’nu dinlerken içim sizlamaya başladi.

Evet artık O’nun acısını hissediyordum…

Lakin derdinin çaresi bende değildi.Gerci O’da biliyordu derdinin çaresinin bende olmadığını.Fakat buna rağmen ısrarla “Abla sana ihtiyacım var” demişti.

O’nu dinlerken jest ve miniklerimin  değişmesinden, gözlerimin bugulanmasindan yola çıkarak, yaşlı gozlerinin içi parlarcasina;

“Ablaaaa beni anlıyorsun!” dedi ve sarıldı.Sonra tekrar yüzüme baktı;

“abla beni gerçekten anlıyorsun bu bir rüya mı? Biliyor musun abla insanların seni ve senin derdini kucumsemesi çok acı bir şey” dedi.

Mantık baskısına maruz kalmış duygularımın açısıyla O’nunla birlikte ağladım…Problemi çözemedim ama O’da epey rahatlamış gözüküyordu.

Yüzündeki gamzeleri çiçek açmaya basladi

Yüzündeki gamzeleri çiçek açmaya başladı.Anladim ki “İnsan yalnız kendisini anlayan kimseyle çiçek açardi” 

İnsan yalnız kendisini anlayan kardeşleri içinde faydalı olurdu,

İnsan yalnız kendisini anlayan eşle sükunet bulurdu,

İnsan yalnız kendisini anlayan anne babasına güven duyardi…

O gün anladım anlamak sadece aynı pencereden bakmakla değil, aynı süzgeci kullanmakla mümkündü.

Beni yolcu ederken; 

“Abla isdirap dolu olan yüreğim, bir kuş gibi oldu, sanki üzerimden bir dağ kalktı, beni anlayacağını umud etmiştim, okuyan insan başka oluyor.” dedi.

Ona şunu demek istedim

” Biliyor musun kardeşim ASLİNDA OKUYAN OKUYAN DEGİL HİSSEDEN, KULAGİYLA DEGİL VİCDANİYLA DİNLEYENLER ANLAYABİLİYOR BUGUN BANA BUNU ÖĞRETTİN SANA TEŞEKKÜR EDERİM ….” Niye bilmem diyemedim….

İçimde benim için çok önemli olan bir şeyi öğrenebilmenin sevinciyle gözlerim yola dakmis giderken Aklıma Mehmet Akif’in şu satırları geldi: 

Gitme ey yolcu,beraber oturup ağlaşalim

Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım

Psikolog İmren Büyüköz

2 Responses

  1. Şeyma dedi ki:

    Kardeşin derdi ne imiş valla merak ettim 🙂
    Kalemine sağlık güzel olmuş Güzüde roman olmalı 😉

  2. Fatma dedi ki:

    Ne kadar da dogru anlaşildıgı yerde çiçek açarmiş insan. Anlasılabıldıgımız yurege gam degıl huzur eken dostluklar, arkadaşlar versin mevlam cumlemıze🤲

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir