Anlamanın ve Anlamlandırmanın gölgesinde Egoistlik ve Ben Merkezcilik…
Anlamak ile anlamlandırmak arasında bir tezadın içinde hayat tükettim ve ömrün sonunda yine anlamlandıran insanlar ile yaşamakla ile imtihan edildim. Yanı başımda bana düşman duygular, düşünceler ile yüzleştim. Uzakta gördüğüm düşmanlaştırma eğilimlerini, iç hesaplarını, kurnazlık derecesinde sinsiliklerini yakınımda görür oldum.
Hep sormuşumdur insan, insanı ne zaman anlar ya da insan, ne zaman anlamaktan kopar. Öyle ya vardır her şeyin bir sebebi ve vardır muhakkak her bilmecenin bir çözüm yeri.
İnsan, insanı ancak onun gibi bakıp, onun gibi düşününce anlar. Öylece sargı olup yürekler birbirini sarar. Böyle kenetlenince bedenler birbirine sukun olur, yar olur, dost olur kardeş olurlar.
Çok düşünmüşümdür bu kör düğümü, bir türlü görememiştir kimse bu hususta çizgimi ve örgümü, ben mi anlatamadım, onlar mı anlamak istemez bu basit çözümü…
Evet, kardeşim bizlerin bazı hususlarda beraber bakıp aynı şeyleri görebilmemiz için bulunduğumuz yeri terk edip kardeşimizin yanına geçip oradan bakmaya oradan görmeye çalışmamız gerekmektedir.
Çağlar boyu bu böyle olmuştur. Alimler, yazarlar ve çizerler bir yerde birbirlerinin fikrine itiraz etmişlerdir fakat buna rağmen eleştirmeden, yargılamadan ve suçlamadan önce onun gözünden bakmış, anlamaya çalışmış ve sonrasında onun anladığının kendi ilkesi ve doğrusu ile olan tezadını ortaya koymaya çalışmıştır.
Asrımızda umumen hakim olan bakış açısı ve düşünce şu olmuştur;
Benim baktığım yerden baksın ve benim değer yargılarım ile değerlendirsin ve benim gördüğümü görsün demektedir. Muhatabının söylediklerini ise “bunu dedi ve şunu kast etti” diyerek niyet okuma yapmış ve ona kendi penceresinden bakmıştır sonra ise muhatabını kendi düşüncelerine mahkum etmiştir.
Bunun bir hastalık olduğunu bilen ben, insanların bu yaptıklarına egoistlik, ben merkezcilik dediğimde insanlar bunu yine anlamak yerine kendi bakış açılarıyla ele almış ve bunun da bir yanılgı ve hatta iftira olduğunu söylemişlerdir ve böyle kabul etmeyi tercih etmişlerdir.
Vardıkları sonuç doğru olabilir fakat bir şartla o da kendi kriterlerine göre olursa ki ben zaten bunu kimsenin değil kendi kriterlerime bina etmiş ve o zaviyeden değerlendirdiğim için tespitimi anlamak yerine yine anlamlandırmış olurlar.
İnsanlar, ben merkezcilik ve egoistliği sadece ‘kendilerini düşünmek’ olarak anlamakta oldukları için benim bu konuda gelen eleştirilerimi de doğal olarak bir ego ürünü olarak görmektedirler.
İzah etmek gerekirse şöyle diyeyim;
Düşününüz ki bir anne, ilim okumak isteyen çocuğunu doktor yapmak istiyor. Bunun için çalışıyor, gece ve gündüzünü bir yapıyor. Onun rahat etmesi için yemeği, bulaşığı kendisi hallediyor. Fakat çocuk “ben doktor olmak istemiyorum zira ilim benim nazarımda daha değerlidir” dediğinde, çocuğu nankörlükle, anne sözü dinlememekle, anneyi anlamamakla ve anneye haksızlık yapmak ile itham ediyor. Sonra çocuk kalkıp “sen egoistsin ve olaylara ben merkezci bakıyorsun” dediğinde ise anne çıldırıyor. “Ben mi egoistim, ben mi ben merkezciyim?” diyor.
Bu örnekte karıştırılan bir husus vardır. O da anne egoistlik kelimesine kendi zaviyesinden bakıyor ve aslında anlamak yerine anlamlandırıyor. O nedenle aslında anne olaylara yaklaşırken kendi doğruları ile yaklaştığı için egoist olduğunu ve ben merkezci olduğunu ispat etmiş olmaktadır. Çünkü çocuğun itiraz ettiği yer ile ve aynı zaman da ben merkezciliğe bağladığı husus ile annenin savunma için kullandığı yer aynı değildir.
İşte burada anlamak değil anlamlandırmak devreye girmektedir. Böyle bir hava ve ortamda saatlerce yapılacak bir konuşma, tartışma ve izahatlar havada kalacak ve kimse kimseyi anlamayacaktır. İki tarafın eğitim seviyesi, olayları anlama kapasitesi ise bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü iki tarafın anlaşamamasının sebebi kendini ifade etme biçimi değil, olaylara kendi penceresinden bakıp karşıdan gelen sözleri kendi zaviyesinden anlamlandırma sorunudur.
İşte bu egoistliktir. Ben merkezciliktir. Empati yoksunluğudur.
Bu durum aynı zaman da insanların karşıya değer vermesiyle de dolaylı olarak ilişkilidir. Çünkü değer vermek; üşüdüğünde üstünü örtmek ile sınırlı değildir. Aksine fikirlerine değer vermek, onu anlamaya çalışmak ve baktığı yerden bakmaya çalışmaktır.
O nedenle Allah resulü aleyhisselamın Taif ziyareti beddua etmek ile değil dua etmek ile sonuçlanmıştır. Zira Allah Resulü şunu diyebilirdi;
Ben onların ahiretini kurtarmaya geldim, onları kula kulluktan kurtarıp Allah’a kulluğa davet etmeye geldim. Böylece onlar dünyanın darlığından ve beşeri ideolojilerin sultasından kurtulacaklar. Üstünlüğün en üstüne erişecekler. Onlar bu güzellikleri geri çevirip beni ret ettiler. Bunlar ne kadar aşağılık ne kadar zalim ve ne kadar zelil insanlar demedi.
Ben merkezci anlayıştan uzak, “bilmiyorlar” dedi. Eğer bilselerdi ve eğer bu daveti kabulün sonucunda ulaşacakları üstünlüğü idrak etselerdi onlar, bunu yapmazlardı.
Evet, Huneyn sonrası biz, bakıyoruz ki bu insanlar gelip, kendi ilkelerini bir kenara bırakıp dün taşladıkları daveti dinlediklerinde o oturumdan iman ederek kalkmışlardı. Çünkü artık anlamlandırmayı değil anlamak için Muhammed aleyhisselamın penceresinden bakmayı denemişlerdi.
Bunun gibi eğer hayatın her aşama ve karesinde bizler muhatabımızı anlama yoluna gider ve gerek eleştirileri ve gerekse nasihatleri bu bağlamda ele alabilirsek o takdirde egodan ve ben merkezcilikten kurtulmuş ve anlamlandırma hastalığından uzak, anlama erdemine geçmiş oluruz.
Anlamak, ancak ama ancak bu yolla mümkündür…
Abdullatif Mermer