Allah’ın adıyla

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Bugün bizler Kuran’ın ve İslam’ın neyi kast ettiğini, bizlerden ne beklediğini anlamak için kavramları doğru bilmek ve doğru anlamak zorundayız. ,

Doğru din algısı doğru kavram algısı ile başlar.

Kur’an ilk olarak Arap toplumuna sunulmuştu. Onların hepsi Rab, İlah kavramlarının neyi ifade ettiğini, ne anlama geldiğini biliyorlardı.

Hatırlayalım, Ebu Talip, La ilahe illallah cümlesinin ne anlama geldiğini bildiği için bu mübarek kelimeyi söylemedi ve küfür üzere öldü. Mekkeli müşrikler bu kavramların ne demek olduğunu, söylediklerinde hayatlarının değişmek zorunda olduğunu biliyorlardı. Bu sebeple, ahlakından emin oldukları Muhammed (sav)’i sırf bu kavramalara tabi olmaya çağırdığı için yurdundan çıkardılar.

Zamanla bu kavramlar ifsat edildi, değişti ve değiştirildi. Kocaman bir nesle yanlış bir din öğretildi. Bugünkü çabamız ise bu ifsat edilmiş kavramların içini boşaltıp vahyin gölgesinde içini ilahi mesajlar ile doldurmaktır.

Bu yolda, yolumuzu aydınlatacağımız ilk kıssa, Ashab-ı Uhdud Kıssası olacak.

Ashab-ı Uhdud Kıssası, akideye dokunan, akideye şirki bulaştırmamak için ödenen bedellerin örnekliğini bize sunan ve “Rab” kavramının vermek istediği anlam ve algıyı zihin dünyamızda oluşturan bir kıssadır.

Müslim, Suhayb İbn Sinan er-Rumi’den Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: 

“Sizden  öncekiler arasında bir kral ve onun da bir büyücüsü vardı. Büyücü yaşlanınca, krala şöyle dedi: “Ben yaşlandım, kendisine büyü öğretmek için bana bir çocuk gönder.” O da öğretmek için kendisine bir çocuk gönderdi. Çocuk yolda gelip giderken bir rahibe rastladı. Yanına oturarak konuşmasını dinledi ve söylediklerini beğendi. Artık ne zaman büyücünün yanına giderse rahibe uğrar, yanında otururdu. Büyücüye geldiğinde de, büyücü kendisini döverdi. Çocuk bunu rahibe şikâyet etti. Rahip şöyle dedi: “Büyücüden  korktuğun vakit,  beni ailem salmadı, ailenden korktuğun vakit de beni büyücü salmadı, deyiver.”

Çocuk yolda giderken, büyük bir hayvana rastladı. Bu hayvan insanların yolunu kapatmıştı. Kendi kendine “Büyücü mü üstün, yoksa rahip mi? bugün anlayacağım” dedi. Bir taş alarak “Allah’ım! Eğer rahibin işi senin yanında büyücünün işinden daha makbul ise, bu hayvanı öldür de insanlar işlerine gitsinler” dedi ve taşı attı. Hayvanı öldürdü. İnsanlar da işlerine gittiler. Arkasından rahibe gelerek olayı anlattı.

Rahip ona: Ey oğul, bugün sen benden daha üstünsün. Senin durumun gördüğüm aşamaya ulaşmıştır. Sen kesinlikle imtihan olunacaksın. Şayet imtihan olunursan, benim nerede olduğumu kimseye söyleme.” dedi.

Çocuk körleri ve cüzzamlıları iyileştiriyor, diğer insanları tedavi ediyordu. Derken kralın yakınlarından kör olmuş birisi bunu işitti ve kendisine birçok hediyeler getirerek “Beni iyileştirirsen, şu şeylerin hepsi senin olsun” dedi.

Çocuk “Ben hiç kimseyi iyileştiremem. Şifayı ancak Allah verir. Sen Allah’a inanırsan, ben ona dua ederim, o seni iyileştirir” dedi. Adam Allah’a iman etti. Allah da onu iyileştirdi. Daha sonra kralın yanma gelerek eskiden oturduğu gibi oturdu.

Hükümdar ona: “Senin gözünü kim geri getirdi?” diye sordu.

Adam: “Rabbim” diye cevap verdi.

Kral: “Senin benden başka rabbin mi var?” dedi.

Adam: “Benim rabbim de, senin rabbin de Allah’tır” dedi.

Bunun üzerine kral adamı hapsettirdi ve işkenceye başladı. Sonunda adam, çocuğun yerini söyledi. Çocuğu da getirdiler. Kral ona “Ey oğulcuğum! Büyücülüğün, körleri ve cüzzamlıları iyileştirecek ve şöyle şöyle yapacağın seviyeye gelmiştir” dedi.

Çocuk “Ben hiçbir kimseyi iyileştiremem. İyileştiren ancak Allah’tır” dedi. Bunun üzerine hükümdar onu da hapsetti ve işkenceye başladı. Sonunda çocuk rahibin yerini söyledi. Rahibi de getirdiler.

Kendisine “Dininden dön!” dediler. O kabul etmedi. Derken kral bir testere istedi ve onu başının ortasından ikiye böldü, iki parçası yere düştü.

Sonra kralın adamlarından olan adam getirildi ve kendisine: “Dininden dön ”denildi. O da kabul etmedi. Hemen testereyi başının ortasına koyarak yardı ve iki parçası yere düştü.

Sonra çocuk getirildi. Ona da: “Dininden dön” denildi. Fakat o da kabul etmedi. Bunun üzerine çocuğu yanındakilerden bazı kişilere vererek “Bunu filan dağa götürün. Dağın üzerine çıkarın, zirveye ulaştığınızda dininden dönerse, ne ala, dönmezse, aşağı atın” dedi. Çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar. Çocuk “Allah’ım! Dilediğin şekilde benim adıma bunların hakkından gel!” dedi. Bunun üzerine dağ onları sarstı ve aşağı düştüler. Derken çocuk yürüyerek krala geldi.

Kral ona “Arkadaşların sana ne yaptılar?” dedi. Çocuk “Onlar hakkında Allah bana kafi geldi” dedi. Kral onu yine yanındakilerden birkaç kişiye vererek “Bunu götürün, bir gemiye bindirerek denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse, ne ala, dönmezse, denize atın” dedi.

Çocuğu götürdüler. O yine “Allah’ım! Benim adıma dilediğin şekilde sen bunların hakkından gel!” diye dua etti. Hemen gemileri alabora oldu ve boğuldular. Çocuk yine yürüyerek krala geldi.

Hükümdar ona “Arkadaşların sana ne yaptılar?” diye sordu. Çocuk “Benim adıma Allah onların hakkından geldi’ dedi ve şunu ekledi: “Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin”. Hükümdar, “Nedir o?” dedi. Çocuk şöyle dedi:

“Halkı bir yere toplarsın ve beni bir ağaca bağlarsın. Sonra dağarcığımdan bir ok alırsın. Bu oku yayın ortasına yerleştirir ve ‘Bu çocuğun rabbi olan Allah’ın adıyla’ diyerek bana atarsın. Bunu yaparsan, beni öldürürsün” dedi.

Kral hemen halkı bir yere topladı ve çocuğu bir ağaca bağladı. Sonra dağarcığından bir ok aldı ve oku yayın ortasına koydu. Sonra “Bu çocuğun rabbi adıyla” diyerek çocuğa attı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve öldü.

Bunun üzerine halk “Çocuğun rabbine iman ettik! Çocuğun rabbine iman ettik! Çocuğun rabbine iman ettik!” dediler.

Hemen krala gidilerek “Ne buyurursun, vallahi korktuğun başına geldi. Halk iman etti” denildi. Bunun üzerine kral yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti ve kazıldı. Ateşler de yakıldı ve “Kim dininden dönmezse buraya atın” dedi. Bunu da yaptılar. Nihayet yanında bir çocuğu olan bir kadın geldi, kadın oraya düşmekten çekindi. Bunun üzerine çocuk ona “Anneciğim! Sabret! Çünkü sen hak üzeresin” dedi.”

İbn Kesir (rh) bu kıssa ile alakalı,

“Sabah Allah’a şirk koşan bir toplum bir çocuğun akidesi uğruna kendini feda etmesi neticesinde 100,000 kişi, Rabbine şehit olarak kavuştu” demiştir.

Görüyoruz ki, Tüm Uyuyanları Uyandırmaya Tek Uyanık Yeter!

Bu kıssada bir iddia dikkatlerimizi çekiyor.

“Gözünü kim iyi etti?”

“Rabbim”

“Senin benden başka Rabbin mi var?”

Bir Rabblık iddiası..

Kafir olan, denizde helak olan Mısır kralı Firavunun iddiasının aynısı..

Hatırlayalım, Firavun saltanattayken varlığını ve saltanatını tehdit eden bir rüya görüyor. İsrailoğullarından çıkan bir erkek çocuğunun onun saltanatını yıktığını görüyor.

Ne yapıyor?

“Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde üstünlük tasladı. Oranın halkını gruplara ayırıp onlardan bir bölümünü mustazaflaştırıyor/güçsüzleştiriyor; erkek çocuklarını boğazlayıp, kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı” Kasas, 4

Rabbimiz ise plan yapanların en hayırlısıdır. Allah, saltanatı yıkacak olan çocuğu onun sarayında, kendi elleri yetişmesini murad etti. Firavunun sonunu Musa (as) ile hazırladı.

Firavun Allah’a karşı bulunduğu iddiadan dolayı hem dünyada hem de ahirette azabı hak etmişti.

“Firavun dedi ki: “Ey ileri gelenler! Sizin için kendimden başka bir ilah bilmem. Ey Haman! Çamurun üstünde benim için bir ateş yak ve bana bir kule inşa et. (Onun üzerine çıkıp) Musa’nın ilahına ulaşmayı umuyorum! Çünkü ben, kesinlikle onun yalancılardan olduğunu düşünüyorum.” Kasas, 38

“Sihirbazlar (gördükleri karşısında) secdeye kapanmışlardı.” A’râf, 120

“Demişlerdi ki: “Biz, âlemlerin Rabbi olan (Allah’a) iman ettik.” A’râf, 121

“Musa’nın ve Harun’un Rabbi olan (Allah’a).” A’râf, 122

“Firavun dedi ki: “(Ben) size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi?” A’râf, 123

Firavun, o kadar azgınlaşmıştı ki, her durum ve koşulda velev ki Allah’a iman etmek için dahi olsa insanların ondan izin almalarını istiyordu. İddiası, insanlar onun izin verdiği kadarına inanabilir, onun meşru gördüğü ve kabul ettiği din, ideolojiyi benimseyebilir ve sadece onun izin verdiği kanunlara inanabilirlerdi.

Firavun ve firavunlaşmış kişi, lider ve önderlerin tek amacı, onlar neye izin verir, neyi meşru görür, neyi kanun yerine koyar ve uymaya izin verirse onlara itaat edilmesini istemektir.

Allah Subhanehu ve Teala, Musa aleyhisselamı Firavun’a gönderdi,

“Ona en büyük ayeti gösterdi.” Naziat, 20

“(Firavun) yalanladı ve isyan etti.” Naziat, 21

“Sonra arkasını döndü (Tevhid davetini bitirmek için) çabaladı.” Naziat, 22

“Sonra (etbâını) topladı ve seslendi.” Naziat, 23

“Dedi ki: “Ben sizin en yüce rabbinizim!” Naziat, 24

“Allah onu hem ahiret hem de dünya azabıyla yakaladı.” Naziat, 25

Firavun, aynı Ashab-ı Uhdud kıssasındaki melik gibi Rablık iddia etti. Peki bu iki tağut “Rablık” ilan ederken ne demek istedi?

Rab ne demek?

Biz Müslümanlar olarak “Allah benim Rabbimdir, Rabbim Allah’tır” derken ne demek istiyoruz?

“Allah benim Rabbimdir, Rabbim Allah’tır” derken, Rab kelimesinin anlamını bilmezsek bizler içi boş bir kelimeye iman etmiş oluruz. Neye iman ettiğini bilmeden iman etmiş oluruz.

Bilmezsek Allah’tan başkalarını Rab edinme noktasında büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalırız.

Bu kelime öyle bir kelime ki bu kelimeyi sahiplenen Firavun ve melik kafir oldu, azap onları yakaladı.

Bu kelime öyle bir kelime ki Allah’ın daha bizler dünyaya göndermeden ruhlarımızı toplayıp üzerinde söz aldığı bir kelimedir.

وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنٖٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْؕ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِلٖينَۙ

“Rabbin Âdemoğullarından -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz

Burada şu noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum, Allah Subhanehu ve Teala ilah kavramını kullanmak yerine neden Rab kavramını tercih etti?

Çünkü Allah biliyordu ki, insanlar Allah’ı ilah kabul etmekte çok fazla sorun yaşamazlar ama Allah’ın Rablığı noktasında sorun yaşarlar ve yaşıyorlar da… İşte Rabbimiz bu sebeple birçok yerde Rablığına vurgu yaptı.

Rab, kelime anlamı olarak,

Terbiye eden, üstün olan, her şeye üstün gelen, ihtiyacı gideren, idaresi altına alan, kanun ve yasa koyan, yönlendiren, yön veren ve her şeye malik olan demektir.

Yani biz, “Rabbim Allah” dediğimizde, “Benim terbiye edicim, yasa ve kanun koyucum, hayatımın her alanına hükmedicim, hayatımın her alanında, evliliğimden ticaretime, bakışımdan giyimime, A’dan Z’ye her alanda söz sahibi olan Allah’tır diyoruz.

Allah’ın otoritesini kabul ettim, diyoruz

Allah’ın doğrusu ve yanlışına göre yaşarım, benim hayatımda doğru ve yanlış belirleyen sadece Allah’tır, diyoruz.

Benim hayatıma Allah dışında kimse müdahale edemez, demiş oluyoruz.

Rabb, bir şeyin sahibi ve mutasarrıfı demektir Bu, Allah dışında hiçbir varlığın kanun koyma, yasa belirleme, insan hayatına hükmetme hakkına sahip olmadığını bizlere gösterir.

Peygamber aleyhisselamın ilk muhatap olduğu Araplar, Rab kelimesini hem insanlar hem de çeşitli putlar için kullanıyordu. İhtiyacı giderme, idaresi altına alma, kanun koyma hakkını onlara veriyorlardı. Onları yüceltiyor, hayatlarını ise o putlar için ortaya koydukları kanunlar ile tanzim edip yönlendiriyorlardı. Onlar için kurban kesiyor, onların ihtiyaçlarını giderdiklerine inanıyorlardı ve onların her şeye malik olduklarını düşünüyorlardı.

Mekke müşrikleri kanun ve yasa koyma noktasında da çok ileri gitmişler ve bunun için Darun Nedve’yi kanun çıkarma yeri olarak kullanıyorlar ve Allah’ın Rablığını gasp ediyorlardı.

Rasulullah aleyhisselam onları “Rabbimiz Allah’tır” davetine çağırdığı için ona çok güvenmelerine rağmen onu yurdundan çıkardılar ve çeşitli eziyetlere maruz bıraktılar.

Belki bugün dil ile bazı sözler sarf edilmese de verilen yetkiler, yapılanlar, uygulamalar bir takım kişi ve kuruluşları Rablık makamına yükseltmektedir.

Düşünün,

Her fırsatta insanların karşısına geçip Allah’a kulluğunu kısıtlayan kuruluşları biz nasıl değerlendirelim?

Bir insan kendisini insanlara kanun yapabilecek makamda görüyor ise ona ne isim verelim?

Bir insan diğer insanların Allah’ın indirdiği dışında kanunlar ile yönetiyorsa biz bu şahsa “Rablık iddia ediyor” demeyelim de ne diyelim?

Öyle bir düzende yaşıyoruz ki, Allah’ın kanunları -haşa- eski, vakti geçmiş, günümüze uymayan kanunlar olarak değerlendiriliyor. Biz böyle liderlere ne göz ile bakalım?

Bir şahsın, sistemin Allah’ın Rablığını tanıyor olması için O’nun kanunlarına bütünüyle teslim olması gerekir.

Allah’ın koyduğu hükümlerin aksine fuhşu, zinayı yayıp serbest bırakan, bu rezaleti yaptıkları program ve uygulamalar ile meşrulaştıran idareciler, Allah’ın terbiye ediciliğini gasp edip Rabblık iddiasında bulunmuşlardır.

Şirk inancında şöyle bir düşünce vardır, Allah yeryüzünü yarattıktan sonra dünyadan çekilmiştir. Bu düşünce laiklik ve demokrasi rejimlerinin de temel bakış açısıdır.

Allah yaratsın, dünyaya karışmasın..

Rabbimiz Subhanehu ve Teala, “O Rabb ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren ve içiren O’dur.” buyurarak kullarına şunu öğretiyor;

Allah insanları yarattıktan sonra onlara ilgisiz kalmaz, onları tek başına bırakmaz. Yolunu bulmasını sağlar, korur ve ihtiyaçlarını giderir.

Bugün, insan hiçbir şeye malik değilken gücü yetmezken Allah’ın Rablığına ortak çıkmaya çalışıyor. Nasıl mı?

Rab kavramının bir anlamı da şudur; Allah’ın terbiye etmesini, yasasını, kanununu kabul etmeyip kendi hevasına göre yasa, kanun çıkaranlara da Rab denir.

Bunu bir hadis ile açıklayalım.

Adiy b. Hâtim radıyallahu anh şöyle demiştir: “Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in, “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem Oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hak ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.” (Tevbe Suresi: 31) mealindeki ayeti okuduğunu duyunca,

“Biz onlara ibadet etmezdik.” dedim.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onlar, Allah’ın helal kıldıklarını haram sayınca siz de haram saymıyor musunuz? Yine onlar, Allah’ın haram kıldıklarını helal sayınca siz de helal saymıyor musunuz?” diye sorunca:

“Evet!” dedim.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem: “İşte bu da onları Rab kabul etmektir. Onlara ibadet etmektir” buyurdu.

Buradan anlıyoruz ki, bir şeyde helal haram belirleme yetkisi Rablıktır. Liderlerin emir ve yasaklarına, şeriat ve kanunlarına boyun eğmek, uymak, desteklemek onları Rab kabul etmektir.

Birçok müfessir ayette geçen “Rabler” kavramından maksadın şu olduğunu vurgularlar; “İnsanlar onlara kâinatın ilahları olarak inanmıyorlardı. Fakat onların emir ve yasaklarına itaat ediyorlardı.”

Burada bir bakış açısı kazanıyoruz. Allah’ın helalini haram, haramını helal yapanların peşinden gitmek, onları desteklemek, sevmek, itaat etmek onları Rab kabul etmektir.

Rabbimiz Ali İmran suresinde “Allah’ı bırakıp kimimiz kimimizi Rabler edinmesin.” buyurmaktadır.

Yani, Allah’ı bırakıp birbirimizin hükümlerini, yasalarını, hevasını Rab edinmeyelim. Allah’ın yolundan başka yol çizmek isteyenlere destek olmayalım.

Çünkü bilmeliyiz ki Rabblık iddia edenlerin tek amacı, Allah’ın hükmünü yeryüzünden kaldırmaktır.

Birini Rab kabul etmek sadece Ona Rab ismini vermekle olmaz. Allah’ın emrine uygun olup olmadığını hesaba almayarak o kişinin emrine itaat etmek ve hüküm koyucu olarak onu tanımak ve ne söylerse söylesin doğru farz etmek, ona itaat etmek ile Allah’ a muhalefet etmek demektir.

Bu kabul edilen bir lider, rejim, kişi, anne baba, elalem, örf adet veya gelenek görenek olabilir.

Yalnız Allah’ı Rab edinenler ise öyle kimselerdir ki Allah’ın emri ve yasakları karşısında sadece “İşittik ve itaat ettik” derler. Onlar hiçbir şartta Tevhid akidesini bırakmamış ve o dava uğruna he imtihana göğüs germişlerdir.

“Onlar sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.” (Hac, 40)

Sadece Allah’ı Rab edinenler, Rabbimiz Allah, dedikten sonra ne yaptılar, nasıl bir tavır sergilediler ve neler maruz kaldılar? Müminlerin bu yiğit tavırlarına karşı müşrikler ne yapmıştı?

Peygamber aleyhisselam çeşitli işkenceler uğramış, müşrikler tarafından bizzat tartaklanmış ve o sırada Ebu Bekir Efendimiz yetişmiş, “Rabbim Allah’tır dediği için bir zatı öldürmek mi istiyorsunuz?” diyerek Rasulullah aleyhisselamı onların elinden kurtarmıştı.

Yasir ailesine yapılan işkencede Yasir ve hanımı Sümeyye şehit olmuş, Ammar ise kanlar içinde kurtulmuştu.

Bugün bizler onların devamıyız. Onların yaşadıkları bugün bize birer ders ve ihtardır.

Dün Firavun ve Nemrutlar Rablığını iddia ediyordu, bugün ise bunu çağdaş liderler, müstekbirler yapıyor. Ağızları ile Rablık iddia etmiyor, namaz kılıp Kuran okuyorlar fakat Allah’ın hükümlerini bir tarafa bırakıp yerine kendi uydurdukları hükümler koyarak Rablık iddia ediyorlar, ilan ediyorlar.

Bugün bizler, dünkü ümmetlerin düştüğü sapıklığa düşmemek için Firavuna karşı Musa’nın (as), Nemrud’a karşı İbrahim’in (as) yanında yer almalıyız.

Cümlelerimin sonuna gelirken Allah Rasulünün bir müjdesi ile sözlerimi sonlandırmak istiyorum.

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’ dan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Ey Ebû Saîd! Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, rasûl olarak Muhammed’e (iman edip) razı olan kimse Cennet’i hak eder.

Rabbimiz akidemizi şeytan ve şeytanlanmış kişilerin oyunlarında korusun ve bizleri onlara karşı uyanık kılsın. Bizlere, mücadelemizi tevhidi esaslara göre düzenleyip “Rabbimiz Allah’tır” şiarına göre yaşayıp ölmeyi nasip etsin.

Velhamdulillahi Rabbil Alemin

Zümra Adevi