BİR YUDUM MENKIBE/ MAZLUMUN DUASI
Bize Ahmed anlattı; dedi ki: Bize Yunus anlattı. O da İbn İshak’tan şöyle dediğini rivayet etti: Bana İkrime’den dinleyen birisi anlattı. O da İbn Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etti:
Bir gün Ömer b. el-Hattâb’ın yanında oturuyordum. Ömer, insanların meclislerine gidip onları dinlerdi. Birisi, yaşlı ve âma bir adamı tartaklayarak onun huzuruna getirdi. Ömer bu durumu görünce, “Bugünkü gibi kötü bir manzara görmedim.” dedi. Onu getiren adam ise şöyle dedi: “Ey müminlerin emîri! Bu adam İbn Sabğâ el-Behzî es-Sülemî’dir. O, Berîk’tir. Ömer, “Berîk’in lakap olduğunu biliyorum. Peki, bu adamın ismi nedir?” diye sordu. Onlar, “İyâd!” diye cevap verdiler.
Sonra Ömer, “Bana İyâd’ı getirin.” dedi. İyâd getirilince Ömer ona, “Bana kendin ve Sabğâ’nın oğulları hakkında bilgi ver.” dedi.
-Sabğa’nın on oğlu vardı.-
İyâd, “Bu mesele cahiliye döneminde olan bir şeydi. Şimdi Allah İslâm’ı getirdi.” deyince, Ömer, “Allahım! Bizi mağfiret eyle! Allah bizi hidayete erdirdikten ve bize İslâm’ı nimet olarak verdikten sonra İslâm kardeşi olarak bizim cahiliye işlerinden bahsetmemiz doğru olmaz.” dedi.
Bunun üzerine İyad şunları söyledi:
“Ey müminlerin emîri! Benim başıma bazı işler geldi. Ben ailem tarafından terk edildim. O zaman Sabğâ’nın oğulları on kişiydi. Benim onlarla akrabalığım ve komşuluğum vardı. Elimdeki malı-mülkü azalttılar ve onurumu kırdılar. Allah aşkına, akrabalık ve komşuluk aşkına bana ilişmemelerini ve benden uzak durmalarını istedim. Fakat onlar istediklerimi yapmadılar ve bana ettikleri eziyetten vazgeçmediler. Ben de haram ay girinceye kadar onlara mühlet verdim.
Sonra ellerimi kaldırarak Allah’a şöyle bir şiirle dua ettim:
Allah’ım! Sana içten dua ediyorum.
Biri hariç, Sabğâ’nın bütün oğullarını öldür.
Sonra, o adamı da kötürüm et, ve de âma!
Bunu da bir zaman beni zincire vurmanın hesabına say.”
Sonra dokuzu, bir sene içinde art arda öldü. Allah bu adamı da çarptı ve gözlerini kör etti. Gördüğün gibi onu getiren kişi onu tartaklayarak getirdi.”
Bunun üzerine Ömer dedi ki: “Bu tuhaf bir iş!”
Orada bulunanlardan biri söz aldı:
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ebû Tekâsuf el-Hunâ’î el-Hüzelî ve kardeşlerinin hikayesi, bundan daha tuhaftır.” Ömer hayretle sordu: “Ebû Tekâsuf ve kardeşlerinin hikâyesi nasıl?”
Adam anlatmaya devam etti:
“Onların bir komşusu vardı. Onlara nisbetle bu adamın durumu, Sabğâ’nın oğullarına nisbetle lyâd’ın durumu gibidir. Onlar da bu adamın malını-mülkünü azalttılar ve onurunu kırdılar. Adam onlara Allah’ı, akrabalığı ve komşuluğu hatırlattı. Fakat bu hatırlatma da onları yumuşak davranmaya sevk etmedi. Adam onlara haram ay girinceye kadar mühlet verdi.
Sonra da ellerini kaldırıp secîli bir şiir okuyarak şöyle dua etti:
“Ey emniyette olanın da korku içinde yaşayanın da Rabbi olan Allah’ım!
Ey! Her ses çıkaranın sesini işiten!
el-Hunâ’î nisbeli Ebû Tekâsuf Bana hakkımı vermedi, insaflı davranmadı.
Bir araya topla, onun en çok sevdiklerini, Akrabaları arasından.
Sonra da (hepsini helâk et) böyle anılsınlar!”
Sonra Ebû Tekâsuf ve kardeşleri, kendilerine bir kuyu kazmak için aşağı indikleri zaman kuyu onların üzerlerine çöktü. O gün bu kuyu onların kabri oldu.”
Ömer’in meclisinde bulunanlardan bir başkası söze şöyle devam etti: Benî Nasr kabilesinden Benî Müemmil’in hikâyesi bundan daha tuhaftır:
Bu kişiler Benî Müemmil’in bir kolundandı. Onların bir amca oğlu vardı. Müemmil oğulları veraset yoluyla amca oğullarının mallarına el koymuşlardı. Halbuki o, canını ve malını bunlara emanet edip onlara sığınmıştı. Onlar da onun malını azalttılar, onurunu kırdılar ve onu tahkir ettiler. Bunun üzerine amcalarının oğlu onlara şöyle dedi:
“Ey Benî Müemmil! Ben canım ve malımla sizlere sağındım. Beni korumanız ve benden sıkıntımı gidermeniz gerekirdi. Fakat siz akrabalık bağlarını kestiniz, malımı yediniz ve onurumu kırdınız.”
Bu sırada Riyâh isimli bir adam kalkıp bu kişiyi tasdik babında “Ey Benî Müemmil! Bu kişi doğru söyledi. Allah’tan korkun ve ona kötülük yapmaktan sakının.” dedi. Fakat bu nasihatler onların amcaoğullarına kötülük yapmalarını engelleyemedi.
Amcaoğlu onlara haram ay girinceye kadar mühlet verdi. Onlar umre yapmaya çıkmışken amcalarının oğlu bir şiir okuyarak şöyle dua etti:
“Allah’ım! Onları Benî Müemmil’den ayırıp uzaklaştır.
Kafaları üzerine büyük kayalar at,
Büyük taşlar at veya üzerlerine süvarilerden oluşan bir ordu gönder.
Ancak Riyâh’ı koru; çünkü o (haksızlık) etmedi.”
Benî Müemmil umre yapmak üzere yola koyuldular ve bir dağın eteğine gelip orada konakladılar. Allah, onların üzerine dağın tepesinden büyük bir kaya gönderdi. Bu kaya, önüne gelen taş, ağaç ne varsa hepsini ezip geçti. Onların da hepsini yerle bir etti. Bu felâketten sadece Riyâh ve ailesi kurtuldu. Çünkü o bir kötülük yapmamıştı.
Ömer b. Hattâb radiyallahu anh burada söze karışarak “Gerçekten bu olay da tuhaf bir şey! Bunlardan nasıl bir ders çıkarılmalı?” diye sordu meclisindekilere.
Çevredekiler, “Ey Mü’minlerin emîri! Sen daha iyi bilirsin.” dediler. O da sözüne şöyle devam etti:
“Ben bundan şöyle bir ders çıkarıyorum: O zaman insanlar cahiliye üzere bulunuyorlardı. Allah’ı tanımaz, haşre inanmaz, kıyameti, cennet ve cehennemi bilmezlerdi. Allah celle celaluhu da bazen zalimin aleyhine yapılan mazlumun duasını kabul ederdi. Böylece Allah bazı mazlumları zalimlerin zulmüne karşı korurdu. Allah azze ve celle Peygamber’i gönderince insanlar Allah’ı, öldükten sonra dirilmeyi, kıyameti, cennet ve cehennemi tanıyıp öğrendiler.
Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
“Daha doğrusu onların asıl azap vakti, kıyamettedir. O vaktin azabı daha müthiş, daha acıdır.” (Kamer 54)
Allah, bazılarına zaman tanıyıp kıyamete kadar mühlet de verir.”