Bizi Aciz Bırakanın Korona Değil Allah Olduğunu Hiç Düşündünüz mü?

En şiddetlisinden Allah’ın yardımına, korumasına ve himayesine muhtaç olduğumuz şu günlerde, hiç düşündünüz mü İlâhi yardım nedir, nasıl bir şeydir? İlahi yardımdan mahrum koskoca bir ordunun bile onun yardımı yoksa, bir hiç olduğunu, İlâhi yardıma mazhar tek bir kişinin neleri başarabileceğini hiç düşündünüz mü?

Ben öncelikle kendime sordum bu soruyu!

Tabi, dalında kurumuş bir yaprağın dahi Allah’ın ilmi ve dilemesi ile düşeceğini beyan eden ayet-i kerimeleri tefekkür ederek. 

Mevsim hazan değil, görerek tefekkür vakti de değil. Daha şiddetlisini yapraklarda değil, insanlarda hayret ve şaşkınlıkla izliyoruz. Şöyle bir tabiata çevirin gözlerinizi. Tabiatın canlandıkça, filizlendikçe, insanlığın öldüğünü, yaşamak için çırpındıkça çer çöp misali savrulurken, ilâhi yardıma nida ettiğini temaşa ediyoruz…

“Teslim olduk, bir daha günah işlemeyeceğiz” diyerek secdeye kapanan insanlık.

Peki ya süper güçlerin, mazlumlar üzerindeki silahları nasılda bir anda acze düştü.

Rahman olan Rabbim dilemediği zaman bütün dünya bir araya gelse, kurumuş yaprağı dalından düşüremeyeceklerini hem Vallahi hem Billahi kesinlikle ve kesinlikle ölüm karşısında kendileri için bir kurtuluş da bulamayacaklarını bilerek yeniden iman ediyorum.

Sonra yeniden kendime döndüm. Kuvvet ve kudret sahibi Rabbimin yardımıyla oynattığım parmağıma bakmaya başladım. Oynattım, o diledi ben oynattım. O güç verdi, kımıldadı.

İlahi yardımsız yapabileceğim bir şey, küçücük bir şey bulmak istedim… Yok…

Yoktu, Vallahi de yoktu!

Rabbimin yardımıyla koskoca bir dağı delebilecek olan ben; Rabbim yardım etmezse, küçücük bir mikroba karşı bile aciz, küçücük bir böceğe karşı bile çaresiz bir yaratığım ben.

Biz O’na muhtacız.

Peki, Rabbimizin yardımı olmadığı zaman küçücük bir mikroba karşı bile aciz duruma düşecek olan bizler, İlahi yardım olmadan dünya’nın süper güçlerinin oyunları karşısında nasıl ayakta durabilecek ve onlarla nasıl mücadele edebileceğiz ki?

Şimdi yeniden acziyetimi düşünüyor, yakarışlarımı artırıyor, “Biz müminler olarak senin yardımına muhtacız rabbim!” ikrar ediyorum.

Muhtacız, 

Rabbim şahittir ki muhtacız İlahi yardıma!

Ve dünya şahid oldu ki, muhtacız ona…

Şimdi gündemi canlı tutarak, asıl vurgulamak istediğim konu; dünya geneline yayılmış bir virüs. 

Corona; “üretilmiş bir virüstür”

 “O bir biyolojik silah denemesi”

 Ya da “bunlar birer tatbikat, dünya nüfusu üzerinde oynanan.”

Yorumlar yorumlar… Velevki oynanan oyunlar. 

Ister istemez akıllara Corona virüsünün doğal yolla mı yoksa laboratuvar ortamında mı ortaya çıktığı sorusu geliyor.

Ben şahsen sürece değil, sonuca bakıyorum.

Sonuç olarak;

Uluslar, bu tehlikeyi gördü ve içeri kapanıyor, kalelerini savunmaya hazırlanıyor. 

Öte yandan tüm dünya sağlık birimleriyle, kurumlarıyla, kuruluşlarıyla ve birinci sınıf elemanlarıyla kendilerine göre profesyonel bilim adamları bu virüs karşısında çözüm arıyor.

Orta da ciddi bir vaka var ve bu vakanın doğal yolla mı yoksa laboratuvar ortamında mı ortaya çıkarıldığı konusunda şüphelerimiz var. Biz Rabbimizin ilmine sığınıyor ve ondan Yardım talep ediyoruz.

Peki biz Müslümanlar durumu sadece yardım talep ederek mi değerlendireceğiz?

Asla!

Sakın “Profesyonel kâfirler karşısında, amatör Müslümanlar ne yapabilir ki?” demeyiniz.

Öncelik; Vahdet ve istikamete odaklanma. Sonu her hâlükârda mümin için kazanç olan güncel zamanın musibeti; ardı arkası gelmeyen bulaşıcı ölümler, hepsi bir hikmete dayalı sonuçlar…

Hatırlatayım; Profesyonellik deyince, Medine ‘ye Hicret esnasında Efendimizi takip eden ve isminin Kurz bin Alkame bin Hilâl el Huzâi olduğu rivayet edilen iz sürücü geliyor aklıma. Bu adam kendi branşında başlı başına bir profesyonel idi.

Ama hesaba katmadığı bir husus.

İlâhi yardım…

Kilometrelerce ilerideki bir hedefi takip edebilen onun gibi bir iz sürücü profesyonele, 3-5 metre ilerisindeki hedefi göstermiyor ve onu mağaranın kapısından geri döndürüyordu!

Allah kulunu koruyordu.

Yani Allah,

Ve alemlerin Rabbi olan Allah,

Âlemlere rahmet olarak gönderdiği Resûlünü demirden zırhlarla, ya da kalın kale duvarlarıyla değil, incecik bir örümceğin ağıyla koruyordu.

Işte bu husus, Allah’ın yardımıdır.

Yanında da sahici dostu Abu Bekr vardır.

Sahici ve samimi dost…

Ve bugünlerde içim daha çok acıyor ki, hâlâ bu musibet karşısında vahdet ile rabbimizin yardımını talep etmiyoruz.

Lütfen biraz daha itidalli, biraz daha insaflı olarak, biraz daha yakınlaşalım birbirimize şu günlerde. Biraz daha, daha daha yakınlaşalım birbirimize…

Tevhide iman eden ve tevhide gönül veren Müslümanlar olarak, dünya genelinde ifrata ve tefrite düşmüş olmanın zilletini yaşadığımızı görelim.

Ve artık acıyalım, merhamet edelim birbirimize.

Tam da şu günlerde bizim Rabbimizden başka, bizim bizden başka  kimsemiz yoktur.                           

Ve itidalde olmaya, itidalde bulunmaya çalışalım!

 İfrattakiler bizi tefritte, tefrittekiler bizi ifratta görse bile itidali savunmaya devam edelim ve istiğfarımızı artıralım.

Belki bu sayede aramızdaki vicdan sahipleri şu günlerde vahdete koşacak…

“Gelin hele şöyle kardeşler! Bu musibette de hiç şüphesiz biz müminler için nice nasihatler vardır. Gelin birlik olalım, yeniden tevbe edelim ve sığınalım yeniden O’na ve hep birlikte Allah’ın yardımını dileyelim. Yanımızda bize el veren, omuz veren sahici dostlarla.” diyelim.

Bir de kısacık bir dipnot;  Vasat olana yaklaşmamız, vahdete yakınlaşabilmemiz, İlahi vahyin bizlere sunduğu gerçekleri bilmemizle değil, sadece ve sadece yaşamamızla mümkündür. Çünkü tüm doğrulara hayat veren, tüm gerçekleri yeşerten unsur, bu doğruların ve gerçeklerin yaşanmasıdır!

 Yaşanan küçük bir doğru, yaşanmayan nice büyük doğrulardan çok daha etkili, çok daha tesirlidir.

Bir Müslüman ve her Müslüman için imandan sonra en önemli şey, iman edilen gerçeği yaşamak, yaşayabilmektir. Sanırım bunu bildiğim içindir ki bana yazar denilmesinden oldum olası rahatsızlık duyuyor ve bir yazar olarak değil, meçhul bir yaşar olmak yolunda ilerliyorum…

Hergün karşımda olan bilgisayarımın üzerine yazdığım şu cümleler de, bu isteğimi ifade eden cümlelerdir.

“Üslubumuz; yaşam tarzımız, kimliğimizdir.”

“Güzel yazmanın edebi, güzel yaşamanın ebedi değeri vardır.” 

Yani hayatım boyunca bu gerçeği dikkate alarak güzel yazan veya güzel konuşan kimselere değil, güzel yaşayan kimselere gıpta ettim. Çünkü gıpta edilmesi gereken Müslümanlar,  güzel  yazanlar veya güzel  konuşanlar değil, güzel yaşayan Müslümanlardır. Yazmak veya konuşmak, sadece ve sadece bunlar yaşandığı zaman ebedi bir anlam, ebedi bir değer kazanır. Önemli olan güzel gerçeği yaşamak, güzeli yaşatabilmektir.

Pratik yaşantımızda bu adımları atmamız, bu adımları atabilmemiz bizi bütünlüğe, vahdete, beraberliğe, kardeşliğe, sahici dostluğu yaklaştıracaktır…

Hak olan gerçeğe, bu hakkı sadece bilerek değil bildiğimiz hakkı yaşayarak ulaşabiliriz.

Tabi ki bizleri birliğe yaklaştıracak olan bu hakkı yaşarken, bizleri birlikten uzaklaştıracak ciddi bir hata, ciddi bir yanılgı olan “Biz hakkız” ya da “Ben doğruyum” iddiasına da kapılmamamız gerekir. Çünkü kendimizi hakka değil, hakkı kendimize nisbet etmek, bizleri vahdetten çizgisinden, birlik ve beraberlikten vasat din anlayışından uzaklaştıracak çok ciddi bir yanılgıdır.

“Biz hakkız” ya da “Ben doğruyum” diyerek, hakkı kendimize göre tanımlayacağımıza, “Biz haktanız” diyerek kendimizi hakka göre tanımlasak ve bu ortak tanımda bir araya gelebilmek adına adımlarımıza çeki-düzen vermeliyiz. 

Tekrar ediyorum! Biz olmak temennisi ile, “Biz haktanız!”

Diyebilmek için yeniden silkinelim ve kendimize gelelim. Özümüze dönelim ve hakka ulaşalım…

Müslümanlar olarak bu musibette sonumuz mübarek olsun…

(Âmin)

Dicle Şafak

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir