İslam’da ve Günümüzde Cemaat Mefhumu
Çok üzücüdür ki biz kendimiz kavramlarımızın içini boşaltarak yapaylaştırdık. Birçok kavramı, İslami ıstılah edebiyatındaki mefhumundan kaydırarak muhtevasını daralttık. Bunlardan bir tanesi de cemaat kavramıdır. Belki lügati anlamda birçok şeye kullanılabilir ancak şeri mefhumda mutlak kullanıldığı zaman ümmeti ifade eder. Nitekim başta Buhari [6878] ve Müslim [1676] olmak üzere birçok kaynakta zikredilen şu hadiste; «Müslüman bir kişinin kanı ancak üç şeyden birisiyle mubah olur: Evlinin zina etmesi, cana can (kasıtlı cinayet) ve dinini terk edip cemaatten ayrılan.» geçen cemaat kavramı ümmet için kullanılmıştır.
Buradan hareketle, farklı sapmalar sonucu kopmalar olduktan sonra, bir niteleyici sıfat olarak ümmetin ana gövdesine Ehlü’s Sünneti ve’l Cemaat vasfı kullanılmıştır. Ümmet kitlesini, İslam çatı ismi altında yer alan diğer sapmış fırkalardan ayırmak adına kullanılan bu terkibin ilk parçasının anlamı; Peygamber ﷺ’in Sünnetinden yani gerek sözlü ve gerekse fiili olarak gösterdiği dini mefhum ve usullere sarılan, bundan şaşmadan sürdüren kitle demektir. İkinci parçasının anlamı ise, Peygamber ﷺ’in davetiyle oluşan ve ilk nesline, Peygamber ﷺ’in arkadaşları anlamında sahabe, sonrakine, onları takip edenler anlamında tabiîn, üçüncü nesline de bir öncekileri izleyenler manasında tebe-i tabiîn adı verilen ve aynı usuller içerisinde kalarak günümüze kadar devam edip gelen ümmet oluşumundan ayrılmayan, onu parçalamayan ve ondan kopmayan kitle demektir.
Söz konusu bu ümmet kitlesinin çerçevesini belirleyen usuller ise, aslı Kur’an ve Sünnete dayanan ve ilmi ehliyete sahip ulemasının anlamlandırmasında ittifak ettiği dini hükümlerdir. Diğer bir ifadeyle itikad, amel ve ahlak farkı olmaksızın dinin bütün hususlarında mevcut olan ittifak edilmiş ilmi usuller, ümmet kitlesinin de sınırlarını çizmektedir. Aslı Kur’an ve Sünnete dayanan bu ilmi usuller aşılmadığı sürece ümmet kitlesi yani cemaat de aşılmamış olur. Dolayısıyla söz konusu ilmi usuller, başka bir tabirle temel prensipler içerisindeki ihtilaflar, farklılık kabul eden bir zeminde bilimsel çalışmaların olağan sonucudur ve ümmet cemaatinin ilmi zenginliğini ifade eder. Temel usullerin içerisinde kalan bu tür görüş ve içtihat farklılıkları, ilk nesil olan sahabe döneminde mevcut olduğu gibi, bugün de vardır ve bundan sonra da olacaktır. Meseleye buradan bakıldığında, ümmet cemaatinin aynı zamanda çok zengin bir ilmi farklılıkların kümesi olduğu görülür.
Sözü geçen temel usullerin bir veya birkaçını aşan birey veya gruplar ise, ümmet cemaatinden ayrılmış oluyor. Haricilerle başlayan bu kopmalar, bugünkü hadis inkârcısı mealciler, tarihselciler ve modernistler gibi günümüze kadar devam ederek gelmiştir. Bundan sonra da benzer sapma ve kopmalar olacaklardır. Bu sapmaları ümmet içerisindeki farklılıklardan ayıran başlıca faktör, temel prensiplerde ihtilaf etmiş olmalarıdır. Diğer bir ifadeyle Kur’an ve Sünnete göre ihtilaf edilmemesi gereken bir hususta cemaatten ayrı düşmüş olmalarıdır. Bu da onların ümmet kitlesinden ayrılması demek oluyor. Bu tür kopmalar temel prensiplerde sapma olmakla birlikte, temelden dinden çıkma değildir. En azından hepsi öyle değildir. Zira bir taraftan bunlar açık inkâr değil, daha çok temel bir prensibin yanlış tevili ve yorumudur. Diğer taraftan da dinden çıkma yani irtidad, şeri – hukuki bir süreç gerektiriyor. Bilinçli ve açıkça bir inkâr olmadığı sürece, temel bir prenste dahi olsa, İslam uleması sapmış birey ve gruplara küfür hükmü vermemiştir. Kavramsal olarak bunlara bidat veya heva ehli denilmiştir.
Bu kısa açıklamayla cemaat mefhumunu doğru anlamlandırdığımızda, söz konusu kavramın ıstılahi manada ümmet kitlesini ifade ettiğini de kolayca anlamış oluruz. Buradan hareketle her Müslümanın organik olarak bağlı olduğu, hem Kur’an ve hem de Sünnetin ayrı düşülmemesini önemle vurguladığı cemaat, ümmet oluyor. Her Müslüman organik olarak sadece ümmet cemaatinin bir üyesidir. Onun dışındaki hiçbir oluşuma organik yani Kur’an ve Sünnetin icabı ayrılamaz bir bağlılığı olmaz. Ümmet cemaati içerisindeki birliktelikler ise, temelinde cemaate yani ümmete daha yararlı ve daha sistemli bir hizmet sunabilmek için kolektif çalışmalardan ibaret kalır, kalmalıdır. Buradan hareketle bazı Müslümanların doğru amaç ve gayeler için kendi aralarında bir birliktelik oluşturmaları, gayet normaldir. Hatta bazı durum ve koşullarda gerekli dahi olabilir. Ancak müşahhas adı ne olursa olsun, herhangi bir oluşumla olan birliktelik, amacını ve gayesini aşmamalıdır.
Maalesef ki bugün cemaat mefhumu gerçek anlamından kaydırıldı. Ümmet kitlesi içerisinde ümmete daha yararlı ve daha sistemli bir hizmet vermesi gereken oluşumlar, kendi içerisinde ümmetcik oldular ve ümmete olan organik bağ, söz konusu oluşumlara olmaya başladı. Dolayısıyla diğer Müslümanlarla olan alaka ve muamelelerini çoğunlukla bu zeminde yürütüyor. Vaziyet öyle bir hal aldı ki, belli bir zihin koduna sahip bir takım kitleler (meşrep vs.), cemaat yani ümmet mefhumunu da kendisiyle sınırlı görüyor. Bu sebeple Kur’an ve Sünnetin ümmete olmasını gerektirdiği organik bağın kendi oluşumlarıyla mahdut kabul eder.
Bununla da yetinilmiyor, özellikle oluşumun ilk hocası, önderi veya fikir babası da neredeyse bir peygamber yerine oturtulup asla sorgulanamaz olarak görülüyor. Diğer Müslüman hoca, öncü veya kanaat önderleri içerisinde apayrı bir yerde düşünülüyor. Hatta diğerleri ilmi ve salahiyet açısından çok itibar edilmeye değmez dahi görülebiliyor. Dolayısıyla kimisinin hocası müceddid, kimisininki mutlak müçtehid hatta kimisinin öncüsü mehdi dahi olabiliyor. Hal böyle olunca kendi hocaları en üst doğruluk, dini temsil yetkisi ve salahiyetine sahip olduğu kabul edildiğinden, herkesin ona ve dolayısıyla kitlelerine tabi olması gerektiğine inanılıyor.
Bazı oluşumlarda veya bazı durumlarda hoca ya da önder kutsaması bir nevi küçük tanrıcılığa kadar varabiliyor. Bunu bir örnek ile somutlaştırmak gerekirse; öğrencilik yıllarımda tanıdığım ve Fethullahçıların evlerinde kalan fakat fikir olarak onları pek benimsemeyen bir arkadaşım vardı. Bunların aşırılıklarını anlatırken, aslı Kürt olan fakat oluşumun Türkçülüğe dayalı fikrinden dolayı, Kürt olduğunu dahi rahatlıkla inkâr eden bir kişiden bahsetmişti. Aradan zaman geçiyor, bu kişi söz konusu oluşumdan ayrılıyor ve sözünü ettiğim arkadaş niye ayrıldığını sorduğunda; “Küçük ilahçılık oynadığımızı fark ettim.” manasında çok enteresan bir cevap veriyor. Üzücüdür ki bu mantık, sadece Fethullahçılara mahsus bir inanış değildir. Aksine İslami oluşumların ve özellikle de mistik eğilimlerin birçoğunda buna benzer düşünceler vardır maalesef.
Doğal olarak bu da beraberinde derin ayrılıklar, uzaklaşmalar ve karşıt hatta birbirine düşman oluşumlar meydana getirebiliyor. Dahası bu oluşumlar militarist faşizm yuvası bile olabiliyorlar. Tabi bu oluşumlar içerisinde bir takım güçlerin belli amaçlar doğrultusunda oluşturmuş olduğu yapay olanlar da vardır. Bunun yanında gerek sonradan içine sokulmuş olsun ve gerekse para ve şöhret gibi şeylere zaafı olanların içeriden ayartılması olsun, öncüleri içerisinde bir takım güçlerin hesabına çalışanlar da olabiliyor. Doğal olarak bunlar planlı ve programlı sapma ve ayrıştırmalar sağlıyorlar.
Son olarak eğer gerçekten hayır ve iyilik isteniyorsa, bugün cemaat olarak ifade edilen kitlesel İslami oluşumların kendine göre izledikleri çalışma metodunun din olmadığı, kendilerinin bu çalışma metoduyla dini bütün bir ümmet olmadıkları, sadece ümmete yani asıl cemaate daha faydalı bir hizmet verebilmek adına güç ve işbirliği yapan kolektif bir yapı oldukları ve ona göre hareket etmeleri gerektiği iyi idrak edilmelidir. Kendi oluşumlarının benzer oluşumlara karşı hiçbir ayrıcalığa sahip olmadığı ve ümmetin ittifak ettiği sınırlar içerisinde diğer Müslümanlarla bu zeminde alaka kurmaları gerektiği öncelikle kavranmalıdır. Kendilerine önder kabul ettikleri şahsiyetlerin de, ümmet içerisinde emsalleri bolca bulunduğu hatta gerek ilmi ve gerekse daha farklı yönlerden kendisinden daha üstün şahsiyetlerin de var olabileceği asla akıldan çıkarılmamalıdır. İşte o zaman gerçekten Allah’ın rızasına uygun bir iş yapılmış olur. Aksi halde, günümüz vakıasında gördüğümüz gibi sadece Allah’ın gazabı ve zilletin sebebi olan ayrılıklar getirirler.
Bu idrak ve şuur ile herhangi bir İslami oluşum içerisinde yer alan her mümin şahsiyet, daima müstesna olur. Biz de onu, sözünü ettiğimiz olumsuzluklardan tenzih ederiz. Allah bizi, organik bağı sadece ümmet cemaatine olanlardan eylesin. Vesselam.
Burhanüddin Aldiyai