Tek Kişilik Hücresinde 17 Kitap Yazmış Bir Filistinli
Fatih Pala, Filistinli bir dahinin kendi kaleminden hayatını, mücadelesini ve zindan hatırlarını dile getirdiği “Yoldaki Mühendis” ve “Yoldaki Mühendis 2” kitaplarını değerlendiriyor.
İsrail mahkemeleri tarafından 67 kez müebbet hapisle cezalandırılan, 5200 seneye mahkûm edilen mühendis Abdullah Galib Bergusi, hayatını ve cezaevinde geçirdiği yılları ‘Yoldaki Mühendis 1 – 2 ‘ kitaplarında anlatıyor. Kitapta yazılanları okudukça sorma ihtiyacı duyuyorsunuz: Gerçekten bunlar doğru mu, yaşanmış mı, böyle biri var mı ve hâlâ yaşıyor mu bu adam bütün kendisine yapılanlara rağmen? Fatih Pala yazdı.
Filistinli Kassam Komutanı Abdullah Galib Bergusi’yi tanır mısınız? Hani, şu Güney Kore’de yaşarken, öz topraklarının Siyonistler tarafından işgaline dayanamayarak ülkesine dönen ve işgalcilere verdiği zararlar dolayısıyla 67 kez müebbet hapisle cezalandırılan, 5200 seneye mahkûm edilen mühendis Bergusi. Hani, “Eğer direnişe silahla destek olamazsam kalemim ve mürekkebim bu yolda silahımdır” diyen ve “1 numaralı hücremde 1 numara olmam gerektiğini öğrendim” diye yazan Bergusi.
Ekin Yayınları tarafından –kanaatimce büyük bir hizmet olarak- Türkçeye kazandırılan ilki “Yoldaki Mühendis”, ikincisi de “Yoldaki Mühendis-2 & Yaşayan Şehit” ismindeki kitapların yazarı ve ondan da öte yaşayanıdır Abdullah Galib Bergusi. Birinci kitabında zindana düşürülmeden önceki hayatını, ikincisinde de zindan hatıralarını anlatıyor; tıpkı davadaşı Zeyneb Gazalî gibi.
Bergusi, şu an bizler gibi hayatta ama işgalci Siyonist İsrail tarafından 2003 yılından beri mahkûm. Onu ve yazdıklarını nasıl anlatacağımı, tüm samimiyetimle ifade etmem gerekirse, bilemiyorum! Öyle bir imana sahip, öyle şeyler yapmış, işgalci İsrail’e öyle zararlar vermiş ve sonunda bir ajanın oyunuyla yakalanıp tek kişilik hücreye atılarak öyle işkencelere maruz kalmış ki! Okurken diken diken olan tüylerimin, ara ara nemlenen gözlerimin dili olsa da onlar anlatsa hissiyatımı. Bir okur olarak cümleler boğazımıza dizilmişken, o acaba nasıl dayandı bunca maddi-manevi acıya? Gerek psikolojik ve gerekse bedensel olarak bir insana yapılacak işkencenin en âlâsını yapmışlar ona. Ama o, davasının ve dava arkadaşlarının zarar görmemeleri için işgalcilerin öğrenmek istediği hiçbir bilgiyi ve ismi vermemiş. Tabi ifade ettiğimiz bu noktalar, zindan hatıralarından kesitler. Öncelikle ilk kitabından biraz bahsetmek ve sonra ikinciye dönmek daha isabetli olacaktır haliyle.
Bergusi’nin hanımında aradığı özellikler
Tek kişilik, tüm zorluk ve imkânsızlıkların üzerine boca edildiği hücresinde kaleme aldığı ilk kitabında, yoğun bir hareketlilik yaşadık. Evlenme düşüncesinden Filistin’e dönmesine, çocuklarının olmasından işgalci düşmana zarar vermek için yaptığı operasyonlara ve bomba düzenekleri hazırlamasına kadar ilginç bir aksiyonla karşı karşıya kaldık.
Hayatının pek çok evresinin ilginç olduğunu baştan söylemeliyim Bergusi’nin. Bu ilginçliklerden birisi de evliliği olmuştur. Başlarda evlenmeyi düşünmez; daha evvel yaşadığı huzursuzluk veren tecrübe neden olur tabii buna. Sonra muhterem validesinin ısrarları sonucu evleneceği hanımefendide bulunması gereken özellikleri, onun kesinlikle taşıması gereken şartları bildirir: Filistinli ve Bergusi ailesinden olmalı. Çocuk eğitimiyle uğraşan birisi olmalı; çünkü kendisinin çocuk eğitiminden anlamadığını ifade eder. Kesinlikle çalışan birisi olmamalı, kocası ve çocukları onun tek uğraşı olmalı. En önemli şart ise evleneceği kadının, annesinin değil, babasının evin reisi olduğu bir aileden gelmesidir; çünkü hayatını sorunlarıyla cehenneme çevirecek güçlü bir eş istemediğini belirtir. Annesinin kolay kolay bu özelliklerde bir gelin bulamayacağını düşünen Bergusi, çok değil, şartlarını sunmasının üzerinden tam altı saat geçtikten sonra bir haber alır ki “gelin işi” tamamdır! Annesinin, bu kadar kısa süre içerisinde tam da istediği özellikleri üzerinde taşıyan bir eş adayını bulması karşısında şaşkına döner Bergusi. Anne işte!
Namı, yoldaki mühendis olarak kayıtlara geçmeliydi
Bergusi, Filistin’e dönünce, işgalci güçlere can damarlarından zarar vermenin planlarını yapar. Mücadelesine hayran kaldığı şehit Yahya Ayyaş’ın yolunu takip eder, onun sorumluluklarını üstlenir. Çünkü o şehit adam da mühendisti, kendisi de. Mühendis olan yola düşmeliydi; namı, yoldaki mühendis olarak kayıtlara geçmeliydi. “Yoldaki işaretler”i takip eden Bergusi, kelimenin tam anlamıyla “yoldaki mühendis” olmalıydı. Küçüklüğünden beri iman ve cihadla yoğrulan bu genç adam, sahip olduğu bu eşsiz değerler uyarınca hayatını sürdürmeliydi. Nitekim öyle de yapmanın azminde olur. Elektronik ve mekanik alanındaki becerisiyle İsrail’in korkulu rüyası olur. Akla hayale gelmedik yerlere, yine akla hayale gelmeyecek zamanlarda bomba düzenekleri yerleştirir ve ciddi kayıplar yaşatır düşmana.
Direniş yolunda askerler yetiştirmeye gayret eder. İşi çok sıkı tutar ve eğitimler sırasında, güvenlik amacıyla, askerlerin kendisini görmemelerini sağlar. Olur da düşman eline düşer ve bunun neticesinde nefsine yenilip arkadaşlarını ihbar etme durumu hâsıl olursa diye bu yolu seçer. Eğiteceği insanlar konusunda çok hassas davranır. Herkesin iş tutamayacağını iyi bilir. Belli kriterleri taşıyabilecek olanlar üzerinde çalışır. İsrail’e yıkım üzerine yıkım, zarar üzerine zarar verir. Güvenlik hususuna son derece dikkat etmesine rağmen zaman zaman sorunlar yaşar ama hiçbirisi ispiyoncu hain bir ajanın ettiği oyun kadar kendisine yara açmaz. Henüz 3 yaşındaki sevgili kızı Tâlâ’yı hastaneye götürürken yakalanıp esir edilir Bergusi. Ciğerparesi kızını kurdun-kuşun ortasında bıraktığına mı yansın yoksa o ajanın ihbarına mı? Ya da daha önemlisi, elinin-kolunun bağlı olmasından dolayı hayallerini gerçekleştirememesine mi? Bergusi için sonunun ne olacağı belli olmayan zindan hayatı başlamıştır 2003’te. Hâlâ zindanda ve hayattadır.
“Sen kimsin baba?”
İkinci kitabında, her türlü imkânsızlığın kendisini çepeçevre kuşattığı 3 metrelik –kendi ifadesiyle- kabrinde, kalemini bir silah misali kullanır. Hatta öyle bir halet-i ruhiyeye bürünür ki, kalemin gücünü silahtan daha etkili hisseder bir duruma gelir. İlk kitapta olduğu gibi burada da sevgili kızı Tâlâ’ya anlatır hikâyesini. Zaten kızı Tâlâ’nın kendisine yazdığı mektuplardaki “Sen kimsin baba?” sorusu, biraz da yazmasını tetikleyen unsur olur.
Bergusi, bütün ihtiyaçlarını, bulunduğu ufacık hücresinde karşılamak zorunda bırakılır. Lavabo ihtiyacını giderdiği gibi namazı, Kur’an okumayı, Rabbine yakarmayı da burada gerçekleştirir. Kendisini diri tutan şeyler hep inancı, ibadetleri, duası ve sonradan tecrübe edindiği yazması olmuştur. Nice akla zarar işkencelerden, aklını yitirmesi için şeytanın bile düşünemeyeceği uygulamalardan, yazarak sıyrılmaya çalışır. Yazacağı şeyleri önce zihnine kazır. Çünkü “ha” deyince yazacak bir lüksü yoktur bu Müslümanın. Ezberleme noktasına gelecek kadar tekrar eder onları. Böylece aklının, zihninin, fikrinin diri kalmasını sağlar. Siyonistler karşısında yenilginin hiçbir türünü yaşamamaya neredeyse ant içmiştir.
“Hapsedilmem halvet, sürdürülmem seyahat ve öldürülmem ise şehadettir”
Şimdiye kadar 17 kitap yazdığını söylüyor Bergusi. Bunların kimi roman, kimi hikâye, kimi otobiyografi ve kimi de ilmi kitaplardır. Yazma şartlarının çok zor olmasının yanında, onları saklaması da bir o kadar zordur. Ve daha daha zoru ise onların dışarı çıkarılıp kitaplaşması. Büyük bedeller ödemesi icap eder bu yazılanların dışarıya taşınması için, hem maddi hem manevi. Ama Yüce Allah’ın yardımıyla başarır başarabildiği kadarıyla, İsrail’in bir sürü güvenlik önlemine rağmen.
Okuyunca görecek, hissedeceksiniz ve belki hayretle soracaksınız benim gibi, “Gerçekten bunlar doğru mu, yaşanmış mı, böyle biri var mı ve hâlâ yaşıyor mu bu adam bütün bunlara rağmen?” Çok sordum bunları ama inanmaktan başka çarem yoktu. Kabullenmek istemediğimden kaynaklanıyordu bu şüphelerim elbette. Rabbine olan inancından başka bir gücü ve dayanağı olmayan bir adam imiş Bergusi.
Hamas’a, İhvan-ı Müslimin’e ve Kassam Tugayları’na mensup olduğunu büyük bir özveriyle söylüyor satır aralarında. İbn Teymiyye’yi, Şehid Hasan el-Benna’yı, Şehid Seyyid Kutub’u, Şehid Şeyh Ahmed Yasin’i, Yusuf el-Karadavi’yi, Muhammed Ahmed er-Raşid’i, Hemmam Said’i vd. çok seviyor. Özellikle İbn Teymiyye’yi sevdiğini, ara ara hatırladığı onun şu sözünden anlıyoruz: “Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki! Hapsedilmem halvet, sürdürülmem seyahat ve öldürülmem ise şehadettir.” Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub, beslendiği ve sabrına kalkan saydığı iki değerli şahsiyettir. Devamlı iktibas yapar görüşlerinden. Hücresine aydınlık gelir onlardan öğrendikleriyle ve tabi Yüce Allah’ın inayetiyle.
Filistinli bir esirin en çok sevdiği meyve
Onca zamandır dışarı yüzü görmeyen gün ışığına hasret Bergusi’nin özlem duyduklarının içerisinde ailesi, kardeşleri olduğu gibi (özür dileyerek yazmış olsa da bunu sizlerle paylaşmadan yapamayacağım; çünkü beni, çok ama çok etkiledi ve hâlâ bunun etkisi üzerimde devam ediyor) karpuz yemeyi, onun tadını da çok özlemiş. Ve ne diyor biliyor musunuz: “Canım karpuz çekiyor; ama elimden bir şey gelmediği için yiyemiyorum. En çok da bal gibi tadını unutmaktan korkuyorum. Bu yüzden, karpuz yediğiniz vakit, bu meyvenin, Filistinli bir esirin en çok sevdiği meyve olduğunu ve onu yemek için can attığını bilin…” Hadi buyurun, bu sözden sonra karpuz yiyebilirseniz yiyin! Ne nimetlerin üstündeyiz de haberimiz yok! Ah Abdullah Galib Bergusi! Rabbim seni yaşarken hissettiğin şehadetle taçlandırsın. Âmin.
Bir gün öyle bir işkence ederler ki takatsiz düşüp bayılır. Kendine gelmesi, ancak üzerine kovalarca dökülen buzlu su sayesinde olur. Siyonist cani gardiyanlar, yaptıklarından gurur duyarcasına sinsi sinsi gülerler. Onlara karşı güçsüz ve yenik düşmüş görünmemek, alay konusu olmamak için ayağa kalkmaya çalışır ama dermanı yoktur dizlerinin. Bedeninin acizliğinden ve ayağa kalkamadığından başlar ağlamaya. Neden ağlar biliyor musunuz? Ağrılarından, sızılarından ötürü değil, o canilerin, kendisini güçsüz ve zayıf görüp gülmelerinden… Ve türlü işkencelerin ikametgâhı olan vücudunu diri tutan ruhu, o nasipsizlere inat cenneti düşler, Firdevs’in huzur veren rüzgârlarını soluyarak dinçleşir her seferinde. Aklına ve kalbine kazıdığı imanla o, hep galip gelir, hep diri kalır, hep çatlatır düşmanlarını. Elhamdülillah…
İşte bu, o yani Filistinli Kassam Komutanı Abdullah Galib Bergusi. Bizim aciz cümlelerimiz, onun bedel taşıyan cümlelerinin yanında devede kulak değil, okyanusta bir damla misali bile değildir. Onu okumak ve tanımak, “yoldaki bir mühendis”i, “yaşayan bir şehid”i tanımanın asıl adı, unutulmaz yâdı olacaktır inanın. Onu tanımak ve onun gibi tavizsiz bir mücadele adamı olmak temennisiyle…
Fatih Pala