İSLAMİ DAVADA KARAKTERİN ÖNEMİ
İnsan yaratıldığından beri etrafında dönüp durduğu bir meselesi vardı:Ben kimim? Nasıl
davranıyorum ve nasıl davranmalıyım? Hepimiz olduğumuz yer ile olmak istediğimiz yer
arasındaki mesafede kulaç atıyorduk. Tam yaklaştık derken yeni mesafeler düşüyordu
önümüze. Aşılması güç, anlaşılması zor mesafeler. İnsanları farklı mizaçlarda yaratan
Rahmân’a yönelsek tüm kişilik yapımızla birlikte bir yola koyuluverecektik. Baktık, duyduk
aradık ama hep yanlış yerlerde bunu yaptık. Oysa Allah cc ayetinde bize nasıl
davrandığımızın yaratıldığımız tıynetlerle alakalı olduğundan söz etmişti:
قُل يَع مَلُ كُل عَلٰىÅ شَاكِلَتِه اَع لَمُ فَر َ بُّكُم هُو َ بِمَن سَب يل ً ا اَه دٰى
De ki: “Herkes tıynetine/mizacına/meşrebine uygun hareket eder. Rabbiniz kimin daha doğru
yolda olduğunu en iyi bilendir.”
(17/İsrâ, 84)
Tek bir cevap yoktu ama tüm cevaplar Rahmana götürüyordu. İnsanı yaratan ve ona farklı
tıynetler yerleştiren Rahman herkesi kendi cephesinde hazır halde görmek istiyordu.
Karakterimizle olan mücadelemiz boşunaydı çünkü Allah cc her kuluna kendisine has
mektepte eğitim verendir. Ve o günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden
kulu koruyan Ğafûr, kullarına karşı merhametli olan Rahîm’di. Bu merhametin bir tecellisi
olarak insanı zayıf karnından ve zaaflarından doğan sonuçlarla iyileştiren, büyüten ve
öğretendir. Her karakterin mektebi ve eğitim müfredatı kendine hastır. Kimisi cihad kapısında
eğitim görür kimisi davet kapısında. Kimisi içindeki altın değerindeki kulluğun ortaya
çıkması için sürekli yüksek ateşe maruz bırakılır. Bu elhamdulillah ki böyledir. Düşünsenize
hepimiz tek bir kişinin hissettiği gibi hissetmek zorunda bırakılsaydık? Elbette böyle olmadı.
Rabbimiz merhamet etti ve kulunun fıtratına uygun hisleri kalbine ve ruhuna yerleştirdi. Biz
ise hem kendi karakterimizle hemde muhatabımız olan kimselerin karakteri hakkında
mücadelemizi sürdürdük. Değişmek ve değiştirmek istedik. Halbuki Ebubekir’i (Rh)
Ebubekir yapan şeyle Ömer( Rh) Ömer yapan şey aynı değildi. Ve o gökyüzündeki yıldızlara
benzeyen sahabeler hiçbiri diğerinin ruhunun konumuna girmedi. Hepsi sunabileceklerini
sundular. İşte istenen şey buydu. Şahit bir yaşam için şahit olman istenilen alanda mücadeleni
vermek ve o tepeyi asla terketmemekti sana düşen. Çünkü sen o tepede gelecek olanlarla
mücadele etme fıtratında yaratıldın. Senin doldurduğun o alanı bir başkası doldurmayacak.
Bize dur denilen bir konum var. Sonucunda etin tırnağından ayrılsa, parça parça da olsan
burayı terketme denilen bir konumun bekçileriyiz. Bir ağaç kendisine düşen zikrini yerine
getiriyor ve köklerini alıp başka bir yere gitmeyi düşünmüyor. Bunu yapmaya muktedir
olmayabilir ama insanda buna muktedir değilken sürekli kendi razı olacağı konumu aramaya
koyuluyor. En nihayetinde insan dışında hiçbir canlı kendi konumundan rahatsız değil.
Gitmenin daha iyi olacağına inanan dağınık ruhlarımız verilen konumu terk ediyor. Gittiği
yerde sunabileceği bir şey yok. Ama sorumluluktan kaçmak bazılarının tıynetinde var.
Sorumluluktan kaçanlar unutulmaya mahkûmdurlar. Yerini terk etmeyenler ayak izinden
tanınırlar. Bir toz tanesi gelir ve o adanmış, şahit kimseleri anlatırlar. Duymayı bilirsen bir
rüzgar orada sunulan şahit mücadeleyi kulaklarına kazır. Ama biz şu ayette geçen kimseler
gibiyiz;
اَو كَظُلُمَات ف ي بَح ر يَغ ش ٰ يهُ لُج ِ ي مَو ج مِن فَو قِه مَو ج مِن فَو قِه سَحَاب ظُلُمَات فَو قَ بَع ضُهَا بَع ض يَدَهُ اَخ ر َ جَ اِذََٓا لَم يَكَد يَر ٰ يهَا و َ مَن لَهُ اللّ ٰ ُ يَج عَلِ لَم نُور ً ا لَهُ فَمَا نُور ا مِن
Ya da (kâfirin amelinin durumu) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. O (karanlığı), bir
dalga örter. O (dalgayı da başka) bir dalga örter. Onun üzerinde de bulutlar vardır. Birbiri
üstüne geçmiş (her birinin diğerini örttüğü) karanlıklar… Elini çıkarsa, (karanlığın
şiddetinden) neredeyse onu dahi göremeyecek. Kime de Allah bir nur kılmamışsa, onun hiçbir
şekilde nuru olmaz.
(24/Nûr)
“Elini çıkarsa karanlığın şiddetinden neredeyse onu dahi göremeyecek.”
Meşalemiz terk ettiğimiz konumlarda kaldı. Yürümek ve uzatmak gerekiyor elini şahit bir
yaşam için. Sonrası yolun sahibine ait. Yolda eğitende, yolda yürütende, yolda öldürende
odur. Şahitliğimiz hak için olduktan sonra bir gün birinin ansızın aklına düşmek kaçınılmaz
olacaktır. Dava bulunduğu konumdan şikayet edenlerle değil tıynetine uygun bir şekilde dava
için mücadele eden kimseler ile yükselir.
Fatma İlayda