Allah’ın adıyla

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Bu din Allah’ındır. Bu dinin sahibi Allah’tır. Bu dini Muhammed aleyhisselam ile gönderen Allah’tır. Bu dinin sahibi olan Allah, bu hayat düzeninde hüküm ve kuralları koyma hakkına sahiptir. Hükümler koyarken iyi/kötü belirleme yetkisi yine O’na aittir.

Allah Subhanehu ve Teala neyi helal kılmışsa o helal, neyi haram kılmışsa o haramdır. Allah Subhanehu ve Teala neye iyi, yapılabilir dedi ise biz ona teslim olur, sever ve asla kalbimizle buğz etmeyiz.

Allah, zinaya kötü, çirkin, haram demiştir. “İşittik ve itaat” ettik deriz. “Neden, şöyle olsa daha güzel olmaz mıydı?” gibi cümlelerle Allah’ın ayetlerine yaklaşmak teslimiyet içerisindeki bir Müslümana yakışmayan bir tavırdır.

Bizler Müslümanlar olarak, Allah Subhanehu ve Teâla’nın hiçbir hükmüne “neden, niçin, bu hüküm bu asra uygun değil, bu saçma” gibi teslimiyetimize zarar veren cümleleri söylemeye hak sahibi değiliz.

Bizi yaratan, rızıklandıran, öldüren, sorguya çekecek olan ve üzerimizde hüküm belirleme yetkisi olan O ise, bize düşen sahabenin yaptığı gibi sorgulamadan “İşittik ve itaat ettik” demektir. Velev ki nefsimize ağır gelsin..

İslam’da var olan “Husun ve Kubuh” kavramlarına bir göz atalım. Husun, iyi ve güzel, Kubuh, kötü ve çirkin anlamına gelir.

Hayatımızda baktığımızda bizim için iyi ve kötüyü kim belirler?

Akidemizin yapıtaşı olan inanç şudur; Hayatımızın her alanına Allah’ın müdahale edip kalbimizde 1. sırada yer almasıdır.

Bu sebeple benim, hayatımda kabul edeceğim iyi ve kötü kavramlarını da Allah Subhanehu ve Teala belirlemek zorundadır.

Burada akıllarımızı şu soru işgal eder; Allah bir şeye iyi dediği için mi o iyidir yoksa o şey iyi olduğu için mi Allah ona iyi diyor?

Örneğin namaz kılmak Hüsün kavramının içine girer. Peki, namaz ibadeti Allah ona iyi dediği için mi iyidir yoksa zaten namaz ibadeti iyi olduğu için mi Allah iyi diyor?

Burada kabul ettiğimiz görüş, Allah bir şeye iyi dediği için o iyidir, görüşüdür.

Allah Subhanehu ve Teala, aile kavramını Husun kategorisinin içine alıyor. Çünkü aile bir tohum gibidir. Tohumun kalitesi ne kadar iyi ise ondan sonra oluşan bitkiler de o derece iyi olur. Bu ümmetin iman bağı ile bağlı olduğu aile ise Efendimiz aleyhisselamın ailesidir.

Bu mübarek aile günümüzde, Allah’ın Husun kategorisine aldığı diğer bir kavram ile öne çıkıyor; Çok evlilik..

Nisa suresi 3. Ayete baktığımızda çok evlilik Allah’ın erkeğe verdiği bir haktır. Erkeğin en fazla 4 evlilik yapabileceği de ayet ile sabittir.
Çok eşlilik konusuna değinmeden önce aklınızda şöyle bir soru işareti oluşturmak istiyorum;

100 yıl öncesine kadar çok evlilik üzerine hiç tartışma yaşamamış bu ümmet Osmanlı’nın son döneminden günümüzü kadar bu topraklarda neden bu meseleyi tartışır duruma gelmiştir?
Modern dünya ve batıdan etkilenmiş toplumlar bugün, çok evliliğe neden olumsuz bakıyor?

Batı kültürünün sadece kanunlarımıza değil; inancımıza, ahlakımıza, düşünme sistemimize, yaşantımıza müdahale etmesi ile bu konu sorun haline gelmeye ve biz ümmetin kadınları Allah’ın bu emrini sorgular hatta tiksinir duruma gelmeye başladık.

Allah’ın iyi/yapabilir dediği şeye bugün biz kadınlar batı kültürü ve medeniyetinin (!) etkisi ile karşı cephesinde durup Müslümanlığımızı zedeleme yoluna gidiyoruz.

Burada kadını “kıskançlığından” vurup “Sen sevdiğini nasıl paylaşacaksın?” cümleleri ile sorgulamaya itiyorlar. Evet, bir kadının fıtratı kıskançtır, sevdiği kişiyi paylaşmak istemez. Fakat bu konunun çok evlilik ile bağdaştırılıp çok evliliğin hikmetlerini kenara koyup Allah’ın emrini sorgulamaya itilmesi maalesef ki bugün, biz kadınların en büyük imtihan mecralarından biri olmuştur.

Bu algıyı müminlerin annelerinin ışığında çözümlemek en doğru yol olacaktır.

Asrı saadette en kıskanç annelerimizden biri şüphesiz Aişe annemizdir. Aişe annemiz eşini çok seviyor ve çok kıskanıyordu. İlk etapta sadece Sevde annemizle Aişe annemiz varken o kutlu hanede sonra Hafsa, Ümmü Seleme, Zeyneb b. Cahş, Safiyye, Meymune annelerimiz geldi. Aişe annemiz Peygamber aleyhisselamla 9 günde bir baş başa kalmaya başladı.
Bu durum bile kadının kıskançlığının ortaya koyulması için yeterli bir sebeptir. Bir de annemizin diğer hatırlarına göz atalım;

Aişe annemiz anlatıyor: “Sıranın bende olduğu bir gece Rasulullah benim yanıma geldi. Ama tuhaf bir hali vardı. Sanki biraz sonra kalkacakmış gibi terliklerini görünen bir yere koydu. Elbiselerini hemen başucuna koydu. Ben kendi kendime dedim ki: ‘Beni uyutacak diğer hanımlarının yanına gidecek.’

Efendimiz asla bunu yapmazdı. Aişe annemizde biliyordu bunu fakat kadın fıtratı ister istemez kıskanmıştı.

Gecenin ilerleyen vakitlerinde Efendimiz kalkmış ve annemizi rahatsız etmemeye özen göstermişti. Annemiz uyuyor gibi görünse de uyanıktı ve hemen Efendimizin peşi sıra kalkıp onu takip etti. Efendimiz en sonunda Baki kabristanlığına vardı, orada oturup uzun uzun kabirdekiler için dua ve istiğfarda bulundu. Aişe annemiz uzaktan seyretti. Efendimiz duası bitince eve yöneldi. Aişe annemiz
Efendimize yakalanmamak için koşa koşa eve döndü. Üstünü çıkarıp yatağa girdi ama nefes nefese kalmıştı ve terler içerisinde… Efendimiz gelince onun o halini gördü ve ‘Ya Aiş bu halin ne, neden nefes nefesesin?’ diye sordu. Annemiz ne olduğunu söyleyemedi. Bunun üzerine Efendimiz  “Bana anlatacak mısın ne olduğunu yoksa Latif ve Habir olan Mevlam, Cebrail’i gönderip bana haberini versin mi?’ dedi. Bunu duyan annemiz telaşlanıp olanları anlattı. O anlattıkça Efendimiz tebessüm etti…”

Başka bir olay da şöyledir:

“Rasulullah (sav), Hz. Âişe”nin odasındaydı. Diğer eşi Safiyye, hizmetçisini göndererek, pişirdiği yemekten kendisine ikramda bulunmak istemişti. “Safiyye kadar güzel yemek yapanı görmedim.” diyen Âişe (ra), bu ikramdan hiç de memnun olmamıştı. Kendisine hâkim olamadı. Hz. Safiyye’nin bu davranışını kıskanarak hizmetçinin eline vurdu. Tabak düşüp kırıldı, yemek odaya saçıldı. Hz. Peygamber, her zamanki anlayışlı ve sabırlı tavrı ile yerinden kalktı. Bir yandan yerdeki parçaları toplarken diğer yandan da etrafa saçılan yemeği kabın içine koymaya başladı. O esnada yanındakilere dönerek, “Anneniz kıskandı.” dedi. Kırılan tabağın yerine yenisini vermek üzere hizmetçiyi bir süre bekletti. Bu durumu pişmanlıkla seyreden Âişe, Rasulullah’a bu yaptığının kefaretini sordu. O da, “(Kırılan) kap gibi bir kap, (dökülen) yemek gibi bir yemek.” buyurdu..”

Bu iki hadisede de Aişe annemizin kıskançlığını görüyoruz. Fakat şuna dikkatimizi çekmek zorundayız; Aişe annemiz kıskançlık yapmasına rağmen hiçbir zaman çok evliliği tartışmıyor, sorgulamıyor ya da ondan nefret etmiyor.

Allah meşrudur dedi ise tartışma yolu Annemiz içinde bugünün Müslümanları için kapalıdır.

Biz Müslümanlar bu konuya batı gözlüğü ile değil iman gözlüğü ile bakmalıyız. Çok eşlilik konusunu sorgulamak için değil itaat edip imanımızın artması için öğrenmeliyiz.

“Yetimler hakkında adil olamayacağınızdan korkarsanız, (yetim olmayan) kadınlardan hoşunuza giden iki, üç, dört (kadını) nikâhlayın. Şayet (kadınlar arasında) adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, bir eşle veya cariyelerinizle yetinin. Haksızlık yapmamanız için en uygun olan budur.” (Nisâ, 3)

Bu ayette Allah, yetimlerin evlilikleri üzerine konuşuyor. O devirde insanlar yetimlerle evlenip onların miraslarına çöküyordu. Allah, yetimlerin hakkını korumak için erkeklere onların hakkına girmek yerine 2-3-4 kadınla evlenme hakkı verdi.

Ama bir şart koydu; ADALETLİ OLMAK

Nikâhı altındaki her kadının ihtiyacı ne ise onu karşılama zorunluluğu getirdi Allah Subhanehu ve Teala.

Eşitlik ve adalet farklı kavramlardır. . Biri elma biri armut severken ikisine de elma almak eşitliktir. Fakat her eşitlik adalet değildir. Elma sevene elma, armut sevene armut almak ise adalettir.

Eğer erkek adaleti her yönü ile gösteremeyecekse Allah Subhanehu ve Teala erkeğe, nikahına bir tane bile kadın almaması gerektiğini emretmiştir.

Bu durumda, erkeğin kendini tartması ve nikahına alacak ya da nikahı altında tuttuğu kişilere karşı adaletli olup olamayacağını düşünüp kişinin hakkını verebilir miyim, sorgusunu yapmak zorundadır.

Bu konu biz kadınların nefsine ne kadar zor gelen bir imtihan olsa da karşı taraf için de ağır şartlar ve veballeri olan bir yoldur.

“Yoksa insanlar, “İman ettik.” dedikten sonra, imtihana tabi tutulmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût, 2)

Biz iman ediyoruz ki Allah’ın verdiği her hükümde bir hikmet vardır. Allah abes ve boş sözlerden uzaktır. Allah bir şeye iyi dedi ise o bizim nefsimize ağır da gelse o bizim için iyi ve hikmetlidir.

Çok evliliğinde hikmetleri birden çoktur;

✿ Baktığımızda toplumda kadın erkek nüfusunda dengesizlik vardır. Kadın sayısı erkek sayısından fazladır. Bu veriler, her erkeğin 1 kadın ile evlenmesi bazı kadınların eşsiz kalacağını gösteriyor. Bu ise hem bireysel hem de toplumsal sorunları beraberinde getirir.

Kadının evlenememesi hem zihnen hem ruhen huzursuzluk hissetmesine hem de çocuklar yetiştirmeyip ümmeti kısır bırakmasına sebep olur. Kadının evlenememesi, yanlış yollara sapıp toplumda büyük bir ifsada öncülük yapmasına
da sebep olabilir.

Kadının zina ve fuhuş gibi kötü yollara meyletmesi toplumda ölümcül hastalıkların yayılması, ailelerin dağılması ve babası belli olmayan çocukların doğmasına sebeptir.

Düşünün, 1. Dünya savaşında Almanya’nın kadın nüfusu erkek nüfusundan 3 kat daha fazlaydı. O dönemki sosyologlar ise çare olarak bu konuya başvurmuşlardı.

✿ Çok evlilik ümmetin çoğalma sebepleri arasındadır.

✿ Bazı erkeklerin şehvet duygularının fazla olması tek hanımın ona yeterli gelmemesine sebep olur. Eğer çok eşlilik yasak olsaydı erkek bu arzusunu zina gibi haram yollar ile gidermek zorunda kalacaktı. Bu sebeple adaleti sağladığı takdirde erkeğin çoklu evliliğine İslam izin vermektedir.

✿ Kadının erkeğin bazı ihtiyaçlarını karşılama ve çocuk sahibi olma konusunda sıkıntıları olabilmektedir. Buna karşılık erkek de çocuk sahibi olmak istiyor olabilir. Bu da mubah olan ve erkeğin hakkı olan bir istektir. Bunun tek yolu da 2. Evliliktir. Adaletli olan budur.

✿ Kadının ona bakacak ve sahip çıkacak kimsesinin olmaması da 2. Evlilik sebepleri arasındadır. Bu durumda erkek hem kadının iffetini korumak hem de onun geçimini temin etmek için onunla evlenebilir.

Peki, Bizlerin örneği olan Allah Rasulü aleyhisselamın evlilikleri nasıldı?

Aynı anda 9 annemiz Efendimizin nikahı altında bulunmuştu ve Efendimiz iftiraların aksine bu evliliklerin hiçbirini kendi nefsi ve şehveti için yapmamıştı.

O gençliğinde tertemizdi. İffetini korudu ve 25 yaşında kendinden 15 yaş büyük, dul ve çocukları olan bir hanım ile Hatice annemiz ile evlendi. 25 yıl evli kaldılar. Hatice annemiz vefat edince 3 yıl evlenmedi. Çevresinin tavsiyesi üzerine 3 yıl sonra 55 yaşında olan Sevde annemiz ile evlendi. Efendimiz geri kalan tüm evliliklerini son 10 yılı içerisinde yapıyor ve bu evliliklerin hikmetleri vardı.

Onun derdi asla kadın değildi. Onun derdi kadın olsaydı, kavmini Allah’a davet ettiğinde davasından dönmesi için müşriklerin: “Hangi kadını istersen sana verelim” teklifini kabul ederdi. Ama O: “Güneşi sağ elime ayı da sol elime verseniz ben yine de bu davadan vazgeçmem.” dedi.

Efendimizin toplamda 14 evliliği olmuştu ve bu 14 evliliğin 7 tanesi Kureyş’ten 7 tanesi ise Kureyş’in dışındandı.

Bu evliliklerinin büyük kısmı da davete zemin hazırlamak için yapılmış evliliklerdi.

O günün dünyasında evlilik büyük bir ulaşım ve iletişim aracıydı. Bugünün dünyasında telefon ve internet nasıl bağlar oluşturuyor ise o günün dünyasının internet ve telefonu evlilikti.

Her kabile kendini dışarı kapatıyor ve dışardan insanalar karşı bir mesafe benimsiyordu. O kabilenin içerisine girip İslam’ı anlatmak gerekliydi. İşte o kabileye açılan kapı evlilikle oluyordu.

Rasulullah aleyhisselamın evliliklerinin bu kadar çeşitli olması onun farklı dinleri, dilleri, ırkları ve kavimleri de tanımasında büyük katı sağlamıştı. Bu da Rasulullah’a davayı temsil ve tebliğ ederken büyük faydalar sağlamıştır.

Rasulullah aleyhisselamın bu davanın güçlenmesi adına ashabın ileri gelenleri ile bağlarını devam ettirmek ve diğer köklü kabileler ile akrabalık, iletişim ve bağ kurmak amacıyla yaptığı bu evlilikler anlıyoruz ki gerekli ve elzemdi.

Diğer bir nokta ise, Efendimizin nikâhı altında olan annelerimiz dinin bize ulaşması ve İslam’ın doğru anlaşılması noktasında bir medrese ve muallime konumundaydılar.

Rasulullah aleyhisselam hanelerinin içerisinde annelerimizi yetiştirdi, annelerimizde o toplumu yetiştirdiler. Birçok sahabe Aişe annemizin dizinin dibinde ilim öğrenip allame oldu.

Rasulullah aleyhisselam Aişe annemizi işaret ederek ne demişti; “Dininizin yarısını (başka bir rivayette 1/3’ini) Hümeyra’dan alın (öğrenin)”

Efendimiz dini öğrenmemiz için bize bir adres gösteriyor. O adres gösterdiği muallimeler de Efendimizin hanesinde yetişmiş annelerimiz. Onlar bize Rasulullah’ın hayatını en ince ve mahrem yerlerine kadar aktarıyorlar.

Onlar olmasa nereden öğrenecek ve nereden bilecektik?

Bu ümmete öğretmen yetiştirmek için çok evlilik gerekliydi. Bu ümmetin yetişmesi için annelerimizin Rasulullah aleyhisselamın mektebinden geçmesi gerekliydi.

Zeynep b. Cahş annemizi hatırlayın.. Allah’ın nikahını gökte kıydığı annemiz.

O dönemde Zeynep annemiz Rasulullah aleyhisselamın evlatlığı Zeyd b. Haris’e ile evliydi. Cahiliyede bir inanç vardı; evlatlıklar kendi evladın gibi haklara sahipti. Allah Subhanehu ve Teala ise İslam’da bunun böyle olmadığını Rasulullah ve Zeynep annemizin eli ile hem o döneme hem de kıyamete kadar gelen tüm insanlığa bunu öğretti.

Zeyd (ra) ve Zeynep annemiz bir sebepten dolayı boşanıp Zeynep annemizin iddeti bitince Allah Ahzap suresi 37-38. Ayetleri indirdi:

“Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de iyilikte bulunduğun (Zeyd b. Harise’ye) diyordun ki: “Eşini yanında tut ve Allah’tan kork.” Allah’ın açığa çıkaracağı şeyi içinde gizliyor ve insanlardan korkuyordun. (Oysa) korkulmaya en layık olan Allah’tı. Zeyd (onu boşayıp) işini bitirince, seni onunla evlendirdik. Ta ki evlatlıkların (boşayıp) işlerinin bittiği kadınlarla evlenme konusunda, müminlere sıkıntı olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.” (Ahzâb, 37)

“Allah’ın kendisine farz kıldığı şeylerde, Nebi üzerine bir günah yoktur. (Bu,) daha önceki ümmetlerde de Allah’ın geçerli olan sünnetidir/yasasıdır. Allah’ın emri belirlenmiş bir kaderdir.” (Ahzâb, 38)

Allah Subhanehu ve Teala bu evlilikle cahiliye adetlerinden birini iptal etmeyi murad etti.

Bir diğer ve önemli nokta ise, Rasulullah aleyhisselam bazı davranışları ümmetine kolaylık olsun diye yapardı. Rasulullah aleyhisselam çok evlilik yaparak ümmetine bu amelin meşru olduğunu öğretti. Her yönü ile olduğu gibi bu yönü ile de ümmetine örnek oldu.

Bu saydıklarımız ve hikmetini bilmediğimiz bir çok sebeple Allah Subhanehu ve Teala çok evliliği meşru saydı. Hikmetini bilmeseydik de yine bu hükmü başımızın üstünde taşırdık, taşımalıydık.

Bu konu üzerine yorum yapmamak, imtihan alanlarından biri olduğunu bilip sorgulamamak ve “Allah dedi ise bitmiştir, işittik itaat ettik” demek tek yapmamız gereken duruştur.

En çok da Müslüman hanımlara sesleniyorum, Batı eliyle kazılan kuyular düşmeyelim. Bizi en çok vurdukları ve teslimiyetten uzaklaştırıp sorgulatmaya başladıkları yerin burası olduğunun farkına varalım.

Nefis yapmaya, kendimizi değersiz ve 2. Sınıf hissetmeye gerek olmayan hatta uzaktan yakından ilgisi olmaya bu konuyu imanımızı kaybedecek bir malzeme yapmalarına asla izin vermeyelim.

Allah Subhanehu ve Teala bu konu üzerine teslimiyetlerimizi arttırsın.

Velhamdulillahi Rabbil Alemin

Zümra Adevi