GEÇMİŞTE KALANLARIN GELECEKLERİ HEP YARIM KALIR…

Dostluk, Kardeşlik ve Evlilikler…

Bu üç şeyde aynı temeller üzerine yürüyebiliyor. Uzun soluklu bir süreçtir. Sabır, tahammül ve müsamaha istiyor. Bu üçü de aynı kaderi paylaşan şeylerdir.

Geçen evlilikler ile ilgili bir yazıya denk gelince, evliliklerinde dostluklar gibi içinden çıkamadığı handikapları geldi aklıma ve bu konu da yani hem evliliklerle ilgili ve hem de dostluklarla ilgili ufak bir nasihatte bulunmak ve bu yaraya bir neşter vurmak istedim. Nasip, şimdiye oldu.

Bir klişe ile örnek vermek gerekirse; hayatta değer verdiğiniz insanlara “Sen şunu yapmıştın”, “Zaten sen böyleydin” gibi cümleler ile hitap etmeyin. Kızgınlıkta da küskünlükte de…

Zaten seninle devam ederek hayatın en büyük hatasını yaptım” gibi büyük bir söz söylemeyin. Nice evlilik ve dostluklarda söylenmiş bu sözün muhatabında ne büyük yaralar açtığına şahid oldum. “Anlık bir sözdür, takılma” diye nasihat etsek de o kalp bu sözün altında o, sözümüzü işitmeyecek kadar yaralanmış olabiliyor.

Bu söz ve benzerleri geçmişte kalmak, enkaz altında iken muhatabını da enkaz altına çekmek demektir. O vakit incinmeniz geçmez, beraber incinmiş olursunuz. Bu refleks ve tepki cümlesi ile mutlu olamazken onu da kendinizle mutsuz edersiniz.

Sarmak gerekir, geçmişi geçmişte bırakıp o günün yaşanmışlıklarını değerlendirip, ondan dersler çıkarıp yola revan olmak gerekir.

Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Sevdiklerinizi ve sizi sevenleri sevgisizlikle cezalandırmaya kalkıp kendinize ve onlara azap etmeyiniz…

Beyda çölünde ve bir dağın eteğinde, çok şey var gidip gelen ve çok şey var zihinlerde uçuşup duran…

Değişen dönem, değişen insanlık, değişen dostluk ve ihanet türleri ve değişmeyen yürekler…

İnsanlar her yönü ile insandır. Hata eder, hata edilir. Sever, sevilir. Nefret eder, edilir. İnanır, inanılır. İnsan ise bunların hepsi normaldir. İhanet hariçtir tabi…

Normal olmayan yapılan olumsuzlukları zihinde canlı tutmak, sürekli kavga için ya da düşmanlığı, kırgınlığı canlı tutmak adına ve sürekli tazeliğini korumak gayesiyle suni gerekçeler üretmektir.

Geçmişte yaşanan bazı şeylerin öfkesi de, özlemi de geçmişte kalabilmeli ve aslolan ise geçmişin iyiliklerini, güzelliklerini, dostluk ve sadakatlerini ve sadakatlilerini geçmişe gömmemektir. Onlara olan sadakatini anlık bir kızgınlık ile ihanetle cezalandırmamaktır.

Aksi mi? En çok sizi yıpratır, sizi üzer ve sizi yaralar.

Hayatın içinde şahsımda ve inandığım kimselerin şahsında bunları elbette çok müşahade ettim. Karakterliler, adamlık rüştünü ispat ettiler ve asla ihanet etmediler, kendince canının yanmasını bahane edip can yakmayı, ihaneti denemediler.

Zira bu da bir karaktersizlik türüdür. Dost iken övmek ayrılıkta ise iftiralar, mahremi paylaşmak vb durumlarla hançerleyip vicdanı rahatlatacak birkaç şey ile kendini tatmin etmek. Bu ayrı bir psikolojik vakadır, buna neşter vurmanın havayı kirletmekten başka bir etkisi olmaz. Zira bu zaten, asla insan olma erdemine varamamış, hiç dost olamamış, kardeş olamamış bir ruhun, kirli bir zihnin olay karşısında kendini izhar etme durumudur. Ahmed b. Hanbel’in dediği gibi;”Bugün seni olmayan ile öven yarın seni olmayan ile yerer.” Bu durum o fıtratın gereğidir.

Akrebin kendisini nehirden karşıya geçiren ve bu şekilde yardım eden kurbağayı sokup karaya atlayarak kendi fıtratında var olanı izhar etmesi gibi bir şeydir bu…

Sözüm, bunların dışında erdemli olan ve erdemliler ile bir dönem geçirmiş olup bunu hayatın doğal akışı içinde bir birini kırmış olanları kapsamaktadır. Onları muhatap almaktadır.

Geçmişin hiçbir olumsuz karesine takılıp geleceği kirletmeyin. Bunları tolere edecek bir ömrünüz olmayabilir. Onları kaybettikten sonra tekrar hayatınızda, onlar ile olma imkanınız bir daha hayat boyunca elinizden gidebilir. Pişmanlık ise giden yılları ve kaybolan ömrü geri getirmiyor. O nedenle gerçekten dost olanların kıymetini bilin ve onlara sadakatli olarak kendinize iyilik yapın. Onlara ihanetle kendinize kötülük yapmayı tercih etmeyin.

Nice dostluklar biliyorum, o dostluklarla olan küskünlükte leş kargalarına mahremler paylaşılmış ve insan müsveddesi kimselerin eline saldırı malzemeleri altın tepside sunulmuş ve sonrasında pişmanlık olsa da erdemli insanlar bu zehir okları ile yaralanmışlardır.

Evliyken eşinizin özelini başkasıyla paylaşmak da böyledir. Dost ve kardeş iken onun ile ilgili mahremi dost zannettiğiniz leş kargalarına sunmak da öyledir.

Dostluklara dönecek olursak; asla kırmayı, yok saymayı ve hiç hissettirmeyi tercih etmeyin. Yerine göre tavrınızı koyun, konuşun, eleştirin ama yok sayacak eylemler ile muhatabınıza ve kendinize zulmetmeyin ve ihanet etmeyin. Size verilen değeri kıymetsizleştirmeyin.

Geçmişeyse asla takılmayın.

Tevbe nedir?

Bu kavramın fıkhi karşılığından çok psikolojik karşılığına işaret etmek istiyorum.

İslam tevbe ile kapı aralamış kimsenin geçmişine bakmaz. Ne cürümler işlemiş, ne hatalar yapmış ve kimlere ne zararlar vermiş bu kısımları hiç önemsemez.
Mevzu bahis Hamza’yı öldüren Vahşi olsa da. Hamza’yı öldürten Hint olsa da…

Evet, evet İslam böyle bakar. Yetmiş şehidin verilmesine sebep olan ve Allah Resul’ünün mübarek dişinin kırılmasına, nadide bedeninde oluşan kesiklere ve yaralara neden olan Halid’inde geçmişine bakmaz. Tevbesine, tevbesinde olan samimiyetine ve sadakatine bakar.

Bunun sebebi geçmişe takılan Halid, Seyfullah olamazdı. Geçmişte kalan Vahşi Museyleme gibi bir mücrimi öldüren bir kahramana dönüşemezdi.

Bu nedenle hep derim; “geçmişte kalanların geleceği hep yarım kalır.
Geleceğinizi yarım bırakarak kendinize zulmetmeyin.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir