Payımıza Düşen Şahidlik…
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Hamd; alemlerin Rabbi, insanların Meliki, din gününün sahibi, Melik ve Kuddus olan Allah’a
(svt) aittir.
Salat ve selam; ümmetinin Nebisi, ensarın ve muhacirin emiri, Nebimiz, komutanımız ve rehberimiz Muhammed Mustafa’ya (sav), müminlerin annelerine, ensar ve muhacire, ehl-i beyte ve kıyamete kadar onları güzellikle takip edenlerin üzerine olsun.
“…Rabbinin her şeyin üzerinde şahit olması yetmez mi?” Fussilet,53.
Öyle bir zamanda öyle bir şahitlikle yaşıyoruz ki her birimizin payına başka başka şahitlikler düşmüş. Acı parçalara bölünmüş ümmetimizin bir kısmının payına Yusufi bir şahitlik, bir kısmının payına hendek sahiplerinin yaktığı ateşte diri diri yanmanın şahitliği düşmüş.
Bizlere ise her yanı zulüm, ahlaksızlık ve imandan yüz çevirmiş bir çağda İbrahimi bir duruş üzere yetişme/yetiştirmeye gayret etme mücadelesinin şahitliği. Tuzu yaralı uzuvlarında taşıyanların şahitliği bizim şahidliğimizi de kapsıyor. Lakin bizim şahitliğimiz hakiki manada onların şahitliğini kapsamıyor. Bu nedenle seyreden bir şahid olarak bu acılara dair noktalara değinmek, bu konuda oturduğum yerden analizler ve konuşmalar yapmaktan itinayla kaçınıyorum. İnsan yaşadığı acının iklimini, sokağını, kokusunu ve rengini en iyi kendi bilir. Bu sebeple sizinle aynı mekandaki aynı şartlardaki insanlarla dahi birçok anlamda adı aynı lakin hissettirdiği hisleri bambaşka olan duygular yaşıyorsunuzdur. Lakin en nihayetinde diyoruz ki, gözlerimizi kitlediğimiz Azim olan Arşın Rabbi Allah aynı. Bu sebeple acılarımız ve hüzünlerimiz farklı farklı olsa da sonuç ortak bir noktaya çıkıyor. Her birimiz bu acı paydaların ecrini, eksikliğin olmadığı cennette göreceğiz, inşaAllah. (Rabbime zannım bu şekilde) Bunun akabinde, Rabbimizin dinine şehâdetimiz, bu dini yaşamaya çalışan kimselere olan şahitliğimiz. Mekâna ve aleme şahitliğimiz. Her bir şahitlikte bir parçamız kalıyor adeta ve her bir şahitlikten bir parça alıyoruz biz olmak yolunda. Bu yüce dini kabul edip şahid olmak ve kendi kulluk alanımızda ki uygulama kısmında epey bir gayret sarfetmemiz gerekiyor.
Varlık alemindeki serüvenimiz, Allah (azze ve celle)’nin babamız Adem’in sulbündeyken bizlerden kendisinin Rabbimiz olduğuna dair söz almasıyla ve bu söze bizi şahit tutmasıyla başladı:
“(Hatırla!) Hani Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Demişlerdi ki; “Evet!
(Sen bizim Rabbimizsin) Şahit olduk.” (Bu) kıyamet günü; “Biz bundan habersizdik.”
Dememeniz içindir.” A’raf, 173.
Rab ile kulları arasındaki ilk sözleşme ve insanoğlunun ilk şahitliği. Ancak nisyan ile malul olan insanlığın atası babamız Adem as dünyaya bir kısmımızın bir kısmımıza düşmanlar olarak indirilmemize vesile olacak hatayı yaptı ve “…unuttu” #Taha,115 O unutunca “nesli de unuttu” (hadis) Elbette merhametlilerin en merhametlisi, ilk şahitliklerini unutan kullarını tek kalemde çizecek bir ilah değildir. O, onlara kendi nefislerinden daha merhametlidir. Bundan dolayı ardı ardına Nebiler göndermiş ve hüccetini ikame etmiştir.
Ta ki kullarına verilebilecek en son mühleti dahi vermiş olsun ve kulların Rablerine karşı beyan edecek bir mazeretleri kalmasın:
“Müjdeleyici ve uyarıcı resuller (gönderdik) ta ki resullerden sonra insanların Allah’a sunacakları bir hüccetleri kalmasın. Allah Aziz ve Hakim’dir.” Nisa,165.
İnsanlara ilk şahitliklerinin hatırlatılması, bu şahitliğin ve şahitlik edilen sözün gerekleri ve dünyevi-uhrevi anlamdaki sonuçlarının beyan edilmesi sünneti Nebimize (sav) kadar devam etti. Son olarak Nebimiz (sav) ve içinde hiçbir eksiklik barındırmayan mübarek kitap Kur’an’ı Kerim’le artık hüccet tamamlanmış, en son ve en mükemmel şeklini almıştır.
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Size din olarak İslam’a razı oldum.” Maide, 3.
Allah’ın (svt) hidayeti lütfettiği kimseler bu süreçte yapılan davete icabet ederek şahitliğini hatırlamış ve hayatını bu şahitlik doğrultusunda ikame etmiştir. Bu şahitliği, Allah’ın yardım ve lütfuyla ilimle destekleyip yakini imana dönüştüren kimseler ise bu hayat serüvenini amiyane tabirle takdirle tamamlayarak Rableri katına şehadet yani gerçek şahid rütbesiyle çıkmayı başarmışlardır.
“Onlara bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” Al-i İmran,170.
Şahidliğin tescillenmiş olduğu en kıymetli makam ve en kıymetli şahitlik… Yeryüzüne ölümün ardından hayat bahşeden bereketli makam. Zira herkese ve her şeye rağmen hayatta olmanın lezzetini hakiki manada anlayan diriler onlar. Bu sebeple onlar için ölüm söz konusu değil;
“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. (Hayır, öyle değil!) Bilakis, (Rableri katında) dirilerdir. Fakat siz farkında değilsiniz.” Bakara, 154.
“Dolayısıyla insanların Şehadet kültürünü öğrenmeleri/canlandırmaları gerek” (Enver Evlaki)
Ne büyük bir söz ne derin bir anlam. Bugün yürek burkan görüntülerin ardı arkası kesilmeden önümüze düştüğü soğuk günleri yaşıyoruz. Hava kadar soğuk yüreklerimiz. Gündemin akış istatistiği hiç değişmiyor. Her gün yükselişe geçen bir yeni durum ve aramızdan usulca bize hissettirmeden silikleşen ahvaller.
Mesele Seyyid Kutub’un söylediği gibidir;
Yahudilerin Firavunun tahakkümü altında yaşayarak bütün direnç duyarlılıklarını kaybettiğini ve bu nedenle her çeşit buyurganlığa boyun eğdiklerini okuyoruz. Firavunun egemen düzeninin despotizmiyle ona tabi olan Yahudi toplumu arasındaki bu ilişki, zamanla bir sosyolojik rutine dönüşür. Değişmez bir ilişki biçimi olarak varlığını sürdürür. Bundan dolayı Yahudiler düzene karşı direnmeyi, kötülüklere karşı savaşmayı ve mücadele etme özelliklerini kaybetmişlerdir. Nitekim Musa (as) onları savaşmaya çağırdığı zaman, “Sen git Rabbinle
beraber savaş” dediler. Bunu söylemelerinin temelinde söz konusu iktidar bağlamı içinde bütün direnme duygularını kaybetme özellikleri yer alıyor. Toplumun psikolojisi köleleşmiştir, kaybetmişlerdir.
Ne zaman ki bedenlerimiz gibi zihinlerimizde ki o kölelik kültürünü yıkacağız işte o zaman o çölden çıkacağız. Bugün değilse ne zaman? Rabbi kulunun aleyhine şahitlik edecek olan olayları hak ve batılı aşikâr bir biçimde ortaya koyarken, O’nun (svt) dinine zirve bir şahitlikle şahid olanların bize sunduğu imani şuur tablosunu seyrederken hala gözlerimizi kapatıp yokmuş gibi davranmaya devam mı edeceğiz? O halde bilelim ki;
“Kim cihad ederse, kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz ki Allah, âlemlere (ve onların kulluğuna) muhtaç değildir.” Furkan,52.
Rabbimden duam kalplerimizde ki, zihinlerimizde ki ve bedenlerimizde ki kölelik ruhundan bizleri arındırıp yeryüzünde dinine hakkıyla şahid olanlar kılmasıdır. Rabbim! Şehadetle sulanmış toprakların filizlerini yaşatma gayretinde olanlara merhamet et ve onları önce bizlerin elleriyle ve sonra katından ordular ile destekle. Allahumme amin.
Hamd; alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur, salat ve selam Nebimiz Muhammed (sav)’in üzerine olsun.
Nisa Hilali