Ayağını Seven Gelmesin!
Sabır insanı insan ve belki sultan eder,
sabırdan yoksun insan her şeyini kaybeder.
Sabrın direnmek olduğunu, mücadele etmek olduğunu öğrendiğimde yaşım henüz ilerlemiş değildi. Birçok kişi ve kişiler ile de imtihan edilmemiştim.
Zaman ile yaşananların ve yaşanmışlıkların verdiği tecrübe ile anladım ki dava adamı olmak; yoldaki diken anlamına gelen zorluklara rağmen, ayaklarının kan ve alnın ter içerisinde kalmasına rağmen yola devam etmek ve ufka doğru yürümekmiş…
Davamızın yol tabelasından biri, Seyyid Kutubun; “bu dava dikenlidir ve ayağını seven gelmesin” sözü de bu yolda gereken ve istenen sabrı özetlemiş durumdaydı.
Ya ayağımızı sevip yola çıkmayacağız ya da kan revan içinde kalan ayağımıza rağmen ufka doğru sefere devam edeceğiz.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir. (Bakara, 153.)
Bu kutlu müjde ise ayağı kan revan içinde olan ve bütün yaşanmışlıklara rağmen yol yürüyenlere gelmekte ve yürüme yolunda mazeret üretenlere, şüphe üretenlere ise bir mahrumiyeti hatırlatmaktaydı.
Tecrübedir bu, bazen mağarada yalnızca 2 kişi kalırsın ve üçüncün Allah’tır. Tedirgin olur, hüzünlenir belki de korkarsın. Etrafınızı korkular ve korkanlar sarar ve siz “ne oluyoruz” demeye başlarsınız.
Bu durum ne siz ile başladı ve ne de sizinle son bulacaktır. Sonra da sema’dan bir ses;
”يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا قٖيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِؕ اَرَضٖيتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَلٖيلٌ. اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَلٖيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْـٔاًؕ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ. اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذٖينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهٖ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَكٖينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذٖينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىؕ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاؕ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ. اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِؕ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ.”
Ey iman edenler! Size ne oldu ki, «Allah yolunda savaşa çıkın!» denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.
Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.
Eğer siz ona yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.
(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Tevbe, 38,41.)
Semadan, yücelerden gelen bu ses 1400 yıl önce Medine etrafında korku ve tedirginlik kasırgalarının estiği, Gassani’lerin fiziki ve psikolojik tehdit ve tehlikesinin ümmet arasında “ne oluyoruz.” Sorusunun dolaştığı bir zamanda indi.
Onlara bu işin “sizle başlamadı, sizinle son bulmayacak” mesajını verdi. “Mağara’da Allah’tan başka dayanağı olmayan iki kişinin durumu bundan çok farklı değildi.” Bu halde olan bu iki kişi bugün dünyaya meydan okuyacak kutlu bir topluluğu oluşturmuş iken, daha kötü durumda iken Allah ile güçlenmiş, yardım almış ve izzeti kuşanmış iken bugün neden korksun ve kaygılansın mesajı vermişti.
Mesaj yerine ulaşmıştı. “في ساعة العسرة ” zorluğun kemiklere işlediği o günde “جيش العسرة” zorluk ordusu oluşmuştu.
Yani yine ayağını sevenler ve davasını sevenler olarak yol ikiye ayrılmıştı. Semadan gelen sese kulaklardan oluşan bu ordu davasını ayaklarından çok seven bir topluluktu. Geri de kalanlar ise içinde bulundukları mevcut rahatı bozmayan münafıklar ve dünyayı terk etmekte zorlanmış günahkarlardı.
Evet kardeşim,
Yol zor, gayeye giden yol meşakkatli ve dahi uzun. Yaşanmışlar ve ilerde yaşanacaklar da olacak lakin senin gayen nedir?
Sen Zafer ve başarı mı istiyorsun, yoksa Allah’ın rızasını mı?
Eğer Zafer ve başarı istiyorsan kendine korkular üretmeye ve nefsini haklı çıkaracak mazeretler üretmeye devam et ve otur geride kalanlar ile beraber kaldığın yerde!
Yok eğer Allah’ın rızasına ermek ve saadeti, ufku, başarıyı O’nun rızasında görmekteysen o zaman silkelen ve ayağa kal. Oturmak ve mazeretler üretmek bu amaçta olanların işi değildir. Zafer ve başarı ise sadece O’nun rızası için nefsinden, kendisinden ve kendisini yavaşlatan bütün bağlardan kopmuş kimselerindir.
Kardeşim, bugün sana Allah ve Resul yolunda haydi yola revan olalım dendiğinde sen neredesin?
Ve bu çağrıya sen değilse kim cevap verecektir?
Allah için yürünecek yolda sana sorulduğunda
İşin mi, Allah mı?
dünyan mı Allah mı?
Hevan mı, Allah mı?
Ürettiğin mazeretler mi? Allah mı? Evet bunlardan hangisine tutunacak ve sarılacaksın?
Bu soruların sınırlarını semadan gelen şu hem genişletmekte ve hem de sonuca bağlamaktadır;
قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَشٖيرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَـهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَجِهَادٍ فٖي سَبٖيلِهٖ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖؕ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقٖينَࣖ
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez. (Tevbe, 24)
Bütün mazeretler ortaya konmuş ve fasıklar dışında kimselerin mazeretleri siper etmeyeceği mesajı verilmektedir.
Bu sorunun cevabında sen ne durumdasın kardeşim? Kendini sorgulayıp Rabbine ve davana karşı nerede durduğunu görecek misin? İşini kolaylaştırıp sana semadan gelen şu emri hatırlatayım;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. (Enfal 24)
Evet, hatırlatayım çünkü;
وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir. (Zariyat,55.)
Rabbimiz ayaklarını sevenlere bir ruhsat vermiş değildir ve başarıyı ayağından da canından da vazgeçmişlere va’detmiştir.
Gel kardeşim, sende sabrı kuşanan, mazeretler üzerine bina edilmiş çemberini kıranlar ol.
Dava yolunda yürüyen kardeşine sırt veren, destek veren, yanında olan ol ama onu yavaşlatan, mazeretlerin ve nazınla meşgul eden olma!
Rabbimiz bize selamet versin.
Abdullatif Mermer