Abid Köleler, Kadınlar ve İmamlar…

Evet, başlık bizleri biraz düşündürebilir ve düşündürmelidir de.

Abid dediğimiz de alnı secdeden kalkmayan kimseler olarak düşünüyorsak kısmen yanılıyoruz demektir. Bu nedenle sabırla okuyalım ve sonra hep beraber tefekkür ve tedebbürle Allah’tan yardım isteyelim.

Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Üç kişi vardır ki, onların namazları kulaklardan öte geçmez:
1) Dönünceye kadar, kaçan köle.
2) Geceyi, kocası kendisine dargın olarak geçiren kadın.
3) Kavminin nefret ettiği imam.” [Tirmizî, Salât 266, (360)].

Ulema bu hadisi değerlendirirken başka hadislerin de gölgesinde “Kulaklardan öte geçmez” ifadesini namaz ve ibadetlerin kabul edilmeyeceğinden kinaye olarak anlamışlardır. Bu nedenle bu hadisi ciddiye almalı ve yaptığımız ibadetleri bu hadis gölgesinde bir daha sorgulamalıyız.

Bilmeliyiz ki Allah her kişiyi bir şey üzere ve bütün mahluku da temel de kendisine kulluk için yaratmıştır.

Kendisine kulluk şekli olarak her kişiden beklediği ayrı ayrıdır. Bu nüansı kaçırınca çok müttaki görünen ibadetsizler olabiliriz.

Yani çok ibadet ediyor olmamıza rağmen hiç ibadet etmiyor olabiliriz.

Allah’ın kişiyi kendisi için var ettiği ne ise imtihanı da oradan olacaktır. Yukarda aktardığımız hadiste işaret edildiği gibi…

Kadının en büyük abidliği eşini eften püften etkenlerle ondan uzak durmaya veya duruşunu haklı kılacak etkenler ile kendisini ikna etmek değildir. Onun abidliği her koşulda ona itaat etmek ve onun sükunü olmaktır.
İtaat deyince burada şunu da ifade etmekte fayda vardır; itaat her söyleneni yapmak değil aksine ayağa kalktığında oturtabilmek, sinirlendiğinde yumuşatabilmektir. Hz. Ali’nin Hudeybiye anlaşmasında Nebi Aleyhisselam’ın “sil” emrine “Ben bunu yapamam” demesinin itaatsizlik olmaması gibi… Bu nedenle her kadın eğer kadınsa eşinin kızacağı, yükseleceği yeri de bilir yükselmişse ineceği sakinleyeceği yeri de bilir. Eğer bilmiyorsa işte o namazın fıkhını bilse de kendi kulluğunun fıkhını bilmiyor demektir.

Ya koca kötü ise?
İşte kulluğumuzu bitiren nokta tam burasıdır. Bir adamın maddi maişetteki darlığı, imtihanı her zaman kolay olmaz. Bazen çok zor şartlarda kulluk imtihanı verir. Ama herşeye rağmen isyan etmeden zor imtihan şartlarında kul olmak, davet etmek ve inancını temsil etmek zorundadır. Aynen bunun gibi kadın da zor erkeğe rağmen var olduğu amaca hizmet etmek, çocuklarına anne ve eşine iyi bir kadın olmak zorundadır. Erkeğin zorluğu kendisine bahane değildir. Erkeğin kolay olması da ümtihanını hafifletecek değildir.

Zira erkekte nasılki rahat hayat ve imtihan onu gevşetip kulluğunda rehavete itiyorsa kadın da kocasının, kendisinin her şeyine tahammül etmesi ve alttan alması da onu gevşetip rehavete itmemelidir. Var olduğu amacı iyi sorgulamalıdır.

Hadiste verilen örnekler en uç yerden gelmektedir. ve sıralaması da dikkat çekici ve çok önemlidir.

Zira yerine göre kadın “ben kölemiyim” diyecektir belki değil mi?
Peki ya köle ne desin? O da insan değil mi?

Sonra kavmin imamından örnek var ki, o da köledir. O da kavmi ile imtihan edilen köledir velev kavmin efendisi, cemaatin hocası, lideri ve imamı görünse de!

İşte bu nüansları kaçıran bizler şeytanın ayak kaydırması ile ayağımız kaymış ve imtihanı yanlış yerde aramış olduk. Sonra sınavda yanlış yere çalışan öğrenci gibi olduk.
O nedenle ne eşler mutlu oldu ve ne de çocuklar ve sonra bunun sonucu olarak ne de toplum…

“Kadını mutlu et ki çocuklar mutlu olsun ve çocuğu mutlu etki aile mutlu olsun” kim uydurmuş bunu diyesim geliyor bazen, şeytanı unuturcasına…

Neden uyduruk dedim diyecek olursanız cevabı çok basittir.
İnsan asla tatmin olmaz ve sorumluluğunu yerine getirmedikçe, imtihan karşısında durduğu yeri doğru belirlemedikçe gelen nimet ile asla mutlu olamaz.

Fıtrat böyledir.
Enes’ten gelen bir rivayette Nebi Aleyhisselam “İnsanoğlunun bir ova / vadi dolusu altını olsa, bir ovayı / vadiyi daha ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 117 “1048”)

Görüldüğü gibi birini mutlu etmek diye birşey yoktur aksine elinde olanın kıymetini bilip ona kanaat ederek mutlu olmak vardır. Aksi durumda kimsenin tatmini ve mutlu olması diye bir şey fıtratın hilafınadır.

Aksi durumda köle, efendisinin iyi olmasını isteyecek ve onun iyiliğini de suistimal edip onda gevşeyecektir.

Kadın, kendi zihnince ve kendi uydurduğu standartlarca bir koca isteyecek ve yumuşak, uyumlu bir koca bulunca da bunu suistimal edip ona karşı görevde gevşeyecektir.


İmam kavmin itaat eden ve her söze uyan bir topluluk olmasını bekleyecek ve bunu görünce de gevşeyip kendi nefsine karşı bu itaati suistimal edip gevşeyecektir.


İşte bu gevşeme her biri için ayrı bir imtihan ve belki de azap sebebi olacaktır.

O nedenle kul olmak için standartlarımıza uygun imtihan aramak yerine var olan imtihanda ne için var olduğumuza bakmalıyız. Ona göre kul olup o kulluğa da sadık olmalıyız.

İman eden eş, seni firavuna eş olma imtihanından kolayda kılmıştır.
Zalim ve huysuz da olsa iman etmiş birine köle olmak sana Umeyye b. Halef’e köle olma imtihanından kolayda kılmıştır.
İman eden bir topluluğa imam olman azgın ve şımarık bir topluluğa imam olma imtihanından kolayda kılmıştır.

Neden içinde bulunduğumuzu dışarda olan ve içine tam anlamıyla vakıf olamadığımız bir şeye kıyas edip imtihanımızı tatsız bir noktaya taşıyalım ki?
Neden adam gibi kul olmak için kendi nefsimize yeni standarlar icad edelim ki?

Gelin ölüpte kabre isyan etmiş ve hesap verirken terleyen kul olarak girmek yerine sabredip, sorumlu olduklarımızı ve Rabbimizi razı etmişler olarak ölebilmek için azim olan sabrı kuşanalım ve böyle bir hal üzere ölümü bekleyelim…

Allah’tan selamet istiyoruz…

Abdullatif Mermer

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir