BİR YUDUM MENKIBE-4-

HİDAYET, ŞEHADET VE CENNET…[1]


İslam ordusu, bugünkü Ürdün sınırları içerisinde bulunan ve o zamanlar Bizans’ın elinde bulunan Yermuk’a varmıştı. İslam ordusunda 100’ü Bedir Savaşına iştirak etmiş olan ‘Bedrî’ olmak üzere bin kadar sahabe vardı. İslam ordusuyla kafir ordusu karşı karşıya gelmişti. Her iki tarafın ordu komutanları, ordularını savaş düzenine sokuyor, son taktiklerini veriyorlardı. Bizans ordu komutanı Cerce, ordusunun saflarından ayrılarak her iki ordu arasında durdu ve İslam ordu komutanı Halid’i istedi.

                Halid, yerine Ebû Ubeyde b. Cerrah’ı bırakarak atını Cerce’ye doğru sürdü. Her iki komutan birbirlerine o kadar yaklaştılar ki atlarının boyunları birbirine değiyordu. İki davanın, iki dünya görüşünün temsilcileri karşı karşıya gelmişlerdi:

Bir yanda İslam, öbür yanda şirk ve küfür…

Her iki komutan birbirlerine aman verip konuşmaya başladılar. Cerce şöyle dedi:

“Ey Halid, bana doğruyu söyle, yalan söyleme! Çünkü hür olan yalan söylemez. Bana oyun oynamaya da kalkma, çünkü asil olanlar Allah rızası için konuşmak isteyene oyun yapmazlar. Allah’ın, sizin Peygamber’inize gökten bir kılıç indirdiği ve Peygamber’in de onu sana verdiği ve o kılıcı üzerlerine çekip savaştığın her kavmi mağlup ettiğin doğru mu?

Halid: “Hayır!” dedi.

Cerce tekrar sordu: O hâlde, niçin Seyfullah (Allah’ın kılıcı) diye adlandırıldın?”

Halid şu cevabı verdi:

“Allah Teâlâ bize peygamberini gönderdi. O bizi İslâm’a davet etti. Biz ise ondan nefret edip ondan uzaklaştık. Sonra bir kısmımız ona inanıp tabi oldu, bir kısmımız da onu yalanlayıp uzaklaştı. Ben yalanlayıp ondan uzaklaşan ve onunla savaşanlar arasındaydım. Daha sonra Allah, kalplerimize hidayet verdi ve ona inandık. O zaman bana, ‘Sen, Allah’a başka güçleri ortak koşanlar -yâni O’na inandıklarını söyledikleri hâlde O’nun koyduğu esaslara değil, kendi belirledikleri esaslara tabi olanlar- üzerine çekilmiş olan Allah’ın kılıçlarından bir kılıçsın.” dedi ve muvaffak olmam için dua etti. Böylece bana “Seyfullah” dendi. Ve ben, Allah’ın yanında başka güçler tanıyan ve onlara tabi olanlara karşı en şiddetli savaşan Müslümanlardan biriyim.

Cerce:

“Doğru söylüyorsun.” dedi ve devam etti: “Ey Halid, beni neye davet ediyorsun?”

Halid şöyle dedi:

“Allah dışında itaat edilecek hiçbir ilâh tanımadığına; Muhammed’in, O’nun hem kulu hem de Peygamberi olduğuna inanmak ve bunu herkese karşı açıkça ilan edip şehadet etmek; Peygamber vasıtasıyla Allah’tan gelen kanunlara ikrar edip uymak…

Cerce şöyle sordu:

“Peki, bu dediklerini kabul etmeyenlere ne yaparsınız?”

Halid şu cevabı verdi:

“Teslim olurlarsa onlardan cizye alır, inançlarına karışmayız ve İslam Devleti’ne tabi olurlar.”

Cerce devam etti:

“Cizye vermezlerse?”

Halid şöyle dedi:

“Onlara savaş açacağımızı söyler ve onlarla savaşırız!”

Cerce tekrar sordu:

“Bugün dininizi kabul edip size katılanların Allah katında mevkisi ne olur?”

Halid şu cevabı verdi:

“Allah’ın bize farz kıldığı gibi mevkisi bizimkiyle aynı olur. Güçlü olanımız, zayıf olanımız; önce Müslüman olanımız, sonra Müslüman olanımız hepimizin mevkisi birdir.”

Cerce yine sordu:

“Ey Halid, bugün sizin dininize girenin sevabı ile sizinki aynıdır, demek mi istiyorsun?”

Halid:

“Evet, hatta bizden de üstündür!”

Cerce:

“Nasıl sizinle bir olur ki, siz ondan önce Müslüman oldunuz?

Halid:

“Biz bu dine girip Peygamberimiz (s.a.s)’e biat ettiğimizde o aramızda yaşıyordu. O’na Allah’tan haberler geliyor, o da bize tebliğ ediyordu. Bize öyle deliller gösteriyordu ki, bizim gördüklerimizi görenlerin, duyduklarımızı duyanların Müslüman olup biat etmeleri tabii bir şeydi. Size gelince; siz bizim gördüklerimizi görmediniz, duyduklarımızı duymadınız ve onda müşahede ettiğimiz harikalara şahit olmadınız. Onun için aranızdan kim samimi bir niyet ve ihlasla dinimize girerse o bizden üstün olur!”

Cerce şöyle dedi:

Billahi bana doğru söyledin, yalan söylemedin ve beni kendi fikrine çekmek için bir söz söylemedin.”

Halid:

“Billahi sana doğru söyledim. Benim, ne senden ve ne de sizden olan hiçbir kimseden korkum yok! Sana söylediklerimin doğru olduğuna da Allah kefildir.”

Bunun üzerine Cerce, “doğru söyledin” dedikten sonra kalkanını ters çevirdi ve Halid’e yaklaşarak “Bana İslâm’ı öğret.” dedi.

                Halid, Cerce’yi karargâhına götürerek üzerine bir tulum su döküp guslettirdi. Cerce Müslüman olmuştu. Cerce’nin Müslümanlar tarafına geçmesini hücum sanan Bizans askerleri saldırıya geçti ve savaş başladı. Cerce Müslüman olmuş, Halid’in yanında, biraz önce komutanı olduğu Bizans ordusuna karşı savaşıyordu. Savaş akşama kadar sürdü ve İslâm ordusunun zaferiyle son buldu.

                Savaş meydanında binlerce ölü ve şehid… Müslüman şehidleri ve kâfir ölüleri… Bir değillerdi elbette… Şehidler Allah için ölüler ise Allah’ın düşmanı olarak savaşmıştı. Biri diğeriyle aynı kefeye konamazdı.

Müslüman şehidleri arasında bir tanesi vardı ki, diğerlerinden farklıydı. Peygamber’i görmemiş, Kur’an’ı duymamıştı. Zekât nedir bilmiyordu, hacdan habersizdi. Ayet okumamış, oruç tutmamıştı.

Bu farklı şehidin adı Cerce idi. Adını bile Müslüman adına çevirmeye fırsatı olmamıştı.

Bir tek şey bildi Cerce: Kendisini Allah’ın davasına fedâ etmek…

Buram buram şehadet kokuyordu Cerce. Cennet görevlileri, onu cennette ağırlamak için yarışıyorlardı belki de. Allah’ın kılıcı Halid, Müslüman oluşu henüz bir günü doldurmamış olan bu şehide gıpta ile bakıyor, Allah’ın hikmet ve kudreti karşısında sevinç ve şükür gözyaşları döküyordu.

Cerce, ‘kâlû bela’dan beri Allah’ın davası için şehid olmuş, en güzel insanlar arasına giriyordu…[2]

Muhammed Sabri ALTUN

Muharrem-1443/ Eylül-2021


[1] Târih-i Taberî, C.III, 397

[2] Bu rivayet Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın ‘Müslümanların Tarihi’ adlı eserinden iktibas edilmiştir.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir