BİR YUDUM MENKIBE-3-

ALİM, TAKVA VE DUA

                Ebu Bekir çok parası olmayan, terzicilik ile uğraşan fakir bir alimdi. Endülüs’te yaşar ve elbise dikerek maişetini elde ederdi. Birgün hacca gitmeye niyet etti ve hacca gitti. Gerisini kendisi şöyle anlatır:

                Ben tavaf ederken yere düşmüş bir kuşak gördüm. İçinde de yüzbin dinar ve saf inciden yapılmış bir kolye vardı.

Nefsim dedi ki: “Ey Ebu Bekir! Sen fakir bir adamsın. Eşin, malın ve evin yoktur. Bunları al ve bunlardan faydalan.”

Ben de dedim ki: “Vallahi ben elimi harem topraklarda haram olan bu mala uzatmam ve bunu almam.

Sonra insanlar arasında bağırmaya başladım; “Ey İnsanlar! Sizden çanta kaybeden ve mal kaybeden kimdir?” Kimse buna cevap vermedi.

Üzerime sıkıntı çökmeye başladı. İnsanlar ile Mina’ya gittim. Oraya ulaşınca tekrardan seslenmeye başladım ve kimse bana cevap vermedi.

Sonrasında Arafat’a gittim. Orada da aynı şekilde seslendim ve yine kimse bana cevap vermedi.

Bunun üzerinde içimde sıkıntılar ve korkular oluşmaya başladı. Bütün bu mallar benim elimde kalmıştı ve ne yapacağımı da bilmiyordum.  Tekrardan tavaf’a döndüğümzde yine seslendim ve yine cevap veren olmadı.

İnsanların toplandıkları her yerde insanlara bunu sormaya başladım. Ancak kimse bana cevap vermedi. Sonrasında bizi Endülüs’e götürecek olan gemiyi beklemek için denizin yanına vardık. Ben hâlâ o kuşağın sahibini bulmayı ümit ediyordum. Ben insanlar arasında gezerken uzaktan gelen ve şu şekilde seslenen birini duydum: “Ey Hacılar evlerinize ve diyarınıza dönme vakti gelmiştir.

Aranızda bir çanta bulan var mıdır?”

Durdum ve ona çantasının nasıl olduğunu sordum ve bana tıpkı görürcesine anlattı. İçinde ne olduğunu sordum. İçinde yüzbin dinar ve saf inciden yapılmış bir kolyenin olduğunu söyledi.

Çantasını mallarımın arasından çıkarttım ve dedim ki: Vallahi bu senin çantandır. Allah senin helal olan bu malını senin için korumuştur ve ben elimi buna uzatmadım.

Elini çantasına uzattı ve bana bir miktar dinar vermek istedi. Ben de dedim ki: “Vallahi ben bu malı senin adına korumak için ve Allah’ın yanındaki sevabın daha hayırlı ve kalıcı olduğunu bildiğim için tuttum. O maldan hiçbir şey almam.”

Adam ağladı ve elini açıp bana dua etmeye başladı. Adam gemisine bindi ve gitti. Biz de bizi Endülüs’e götürecek geminin gelmesi için üç ay bekledik. Gemimiz geldi ve denizde yolculuk etmeye başladık.

Şiddetli bir rüzgar geldi, gemi alabora oldu ve birçok hacı boğuldu. Ben ve bir grup hacı, geminin bir tahtasına yapıştık. Allah’ın bize ne yapacağını bilmiyorduk.

O halde beklerken bayıldım. Gözlerimi açtığımda bir adanın sahilinde olduğumu ve küçük çocukların yüzüme kum attıklarını gördüm. Gözlerimi açtığımı gören çocuklar köye doğru koşarak “Boğulan kişi uyandı!” diye bağırmaya başladılar. Kavmin büyükleri geldi, bana su içirdiler ve benim kim olduğumu sordular. Ben de uzak bir yerden hacca gelmiş ve haccını yapmış bir hacı olduğumu ve yolda gemimizin alabora olduğunu söyledim.

Dediler ki: “Bunları biliyoruz, ölenlerden ve yaşayanlardan bazılarını gördük. Peki, sen kimsin?

Ben de dedim ki: “Ben Ebu Bekir el-Bezzâz’ım. Benim ismimi görünce tekbir getirmeye, bunun büyük bir ganimet olduğunu ve Allah’ın beni başka birinin yerine getirdiğini söylemeye başladılar.

Ben de; “Allah beni kimin yerine getirdi” diye sordum.

Dediler ki: “Bizim köyümüzde çocuklarımıza Kur’ân öğreten hoca öldü. Sen de bizim yanımızda kal ve çocuklarımıza Kur’ân öğret.

Dedim ki: “Ey Kavim! Benim annem ve babam var. Onlara bakmam lazım.”

Bana dediler ki: “Bizim bu adamıza gemi senede sadece bir defa gelir. Sen de bir sene boyunca bizimle kalacaksın.”

Ben de Allah’tan yardım istedim, çocuklara ve büyüklere Kur’ân öğretmeye başladım.

Altı ay geçtikten sonra köyün büyükleri; “Ey Ebu Bekir! Evlenmek istemiyor musun?” dediler.

Ben de; Allah Rasulü’nün sünnetinden kim yüz çevirir ki? Ancak benim bunun için param ve malım yok, dedim.

Dediler ki: “O halde bizler seni, çocuklarımıza Kur’ân öğreten o şeyhimizin kızı ile evlendireceğiz. Vallahi o kız; Kur’ân hafızı, güzel ve çok mala sahip olan biridir.

Zifaf gecesinde beni onun yanına soktukları zaman boynunda, Mekke’de gördüğüm o kolyeyi gördüm.

Bunu görünce ağlamaya ve bütün geceyi namaz ile geçirmeye başladım. Kadın da köyün büyüklerini çağırarak “Beni ilk gecede yapılması sünnet olan şeyleri bilmeyen birinin yanına mı soktunuz? Bu adam bütün gecesini ağlayarak ve namaz kılarak geçirdi.” dedi.

Köyün büyükleri bana bunun sebebini sordular. Onlara başımdan geçen olayı anlattığımda ada halkı şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı.

Dedim ki: “Ben ağlarken beni susturmak isteyenler sizlerdiniz. Şimdi de ben sizleri susturmak isterim ancak sizler ağlarsınız. Ne oldu sizlere?”

Dediler ki: “Vallahi Ey Ebu Bekir! Onun babası hacdan döndüğünden beri ağlıyor ve şöyle dua ediyordu:

“Allahım! Benim kızımı Mekke’de malımı bulan ve bana geri veren kişi ile evlendir…”

MENKIBEDEN ÇIKARILAN DERSLER

1- Alim kişi aynı zamanda bir meslek sahibi olabilir ve geçimini bu zanaatı ile sağlayabilir.

2- Hacdaki bir alim bile olsan şeytan ve nefis insana fenalığı emreder. Hacda kimse garanti altında değildir.

3- Şeytan; bazen insana sağdan yanaşır, onu fakirlik, evlilik veya başka bir eksiklik ile korkutur.

4- Haremeyn’de işlenen kötülüklerin ve iyiliklerin cezası diğer mekanlarda işlenen kötülük ve iyiliklerden kat kat daha fazladır.

5- Mü’min insan, yanında emanet veya buluntu mal olduğu zaman sahibine teslim edinceye kadar kalbi sıkılıp daralan kişidir!

6- Kayıp bir eşyayı bulan kişi onu insanların arasında açık bir şekilde ilan etmelidir fakat bulunan eşyanın vasıflarını gizli tutmalıdır ki art niyetli kişiler kendisini aldatamasın.

7- Aziz dinimiz her konnuyla ilgili kurallar koyduğu gibi buluntu eşyalar ile ilgili de kurallar koymuştur. Fıkıh kitaplarımızda ‘lukata’ babı bu konu ile ilgili kaideleri anlatır.

8- Çantayı bulan kişi meşhur bir alimdir ve kayıp eşyanın dönüp dolaşıp tekrar sahibini bulmasını ‘helal mal’ olarak yorumlamıştır. Helal mal kaybolmaz ve kişinin nasibinde olan bir şey nerede olursa olsun muhakkak sahibini bulur!

9- Kişinin kayıp eşyasını bulmasından dolayı sevinmesi ve gözyaşı dökmesi caizdir. Nitekim meşhur bir hadiste Efendimiz aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Herhangi birinizin tövbesinden dolayı Allah’ın duyduğu hoşnutluk; ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte devesini kaybetmiş ve tüm ümitlerini de yitirmiş halde bir ağacın gölgesine uzanıp yatan sonra da devesini yanında dikiliverdiğini gören ve yularına yapışarak aşırı sevincinden dolayı ne söylediğini bilmeyerek  “Allah’ım! Sen benim Rabbim, ben de senin kulunum” diyeceği yerde,” Sen benim kulumsun ben de senin Rabbinim” diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”(Muttefekun aleyh)

10- Eşyayı bulup getiren kişiye dua ve teşekkür etmek gerekir.

11- Bir ilim ehlinin insanların arasında bulunması ganimet ve hazine bulmaktan daha değerlidir.

12- Yabancı bir memlekette kalan ilim talebesinin veya ilim ehlinin evlilik vb gibi işlerini onu oraya davet eden veya onu himaye eden kişiler üstlenmeli ve yardımcı olmalıdırlar.

13- Birbiriyle evlendirilecek kişiler arasında denge gözetilmelidir. Alim birini, ilme ve Kur’ân’a yabancı olan birisiyle evlendirmek iki tarafa da zulüm olabilir.

14- Allah’ın kudretinin ve takdirinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur.

15- Dua, olmaz denilen şeyleri olduran muhteşem bir silahtır. Duanın gücü asla unutulmamalıdır!

Muhammed Sabri ALTUN

Safer 1443/Eylül 2021

You may also like...

1 Response

  1. Hasan dedi ki:

    Allah razı olsun sabri hocam

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir