Alkışlayan eller mi alkışlatan kırbaç mı?

“Putçular put dikip dünyalar vurdu.

Tezahürat arttı, tefekkür durdu

Firavun emretti, Nemrut buyurdu

Yürüyen putlardan çekti insanlık”

  Yine Karakoç sözü incitmeden durumu özetlemiş hem ne özetlemek. Anlayıştan nasibi olana bu mısralar cilt cilt kitapların yazdığını bir nefeste anlatıyor. Anlamayacak olana ise zamanları birbirine ek edip anlatsan nafile. Putu helvadan, isyankarları İsrailoğullarından ibaret zannedelere hangi edip anlatabilir ki durumu. Kimseye elindeki helvanın yenilebilecek acizlikte olduğunu anlatamazsın.

  İnsanlık varolduğundan beri durum şu dört mısrada anlatıldığı gibi değil mi? Tezahüratın olduğu yerde putlar artıyor ve tefekkür o nisbetle azalıyor. Alkış tutmak, tezahürat yağdırmak tefekkür etmeyen insanların uğraşı olmaktan öteye gitmiyor. Yürüyen putlar, imanları ve gelecek hayallerini silip süpürüyor. Gelecek hayali dediysem idealist olanlarından bahsediyorum. Hani iman eden çoğu gencin yüreğinde bir zamanlar tutturulan türküden. İslamı tüm dünyaya yayma hayalleri, dahası cennete gitme  hayalleri. İşte yürüyen putlar, tüm bu hayalleri yerle yeksan ediyor. Allah’ın dinine hizmet edecekken kendini bir Nemrut’un önünde alkış tutarken, bir ideolojiye yaranmaya çalışırken buluyor genç. İslama feda edeceğim dediği ömrü birilerinin ayıbını kapatmakla geçiriyor. Tam bu esnada Nemrutların, Firavunların, Hubellerin olduğu asrın ortak özelliği aklıma geliyor:

 ASABİYET!

Müntesibi olduğu gruba laf edilmesine tahammül edemezken inandığı dine zarar gelmesi aynı oranda rahatsız etmiyor. Emek verdiği, bağlı olduğu; ideoloji, grup, dernek her ne ise ona zarar gelsin, laf söylensin istemiyor. Bunun uğrunda kendini bile kandırmaya razı. Yürüyen Nemrutların ayıbını kapatmak için Polyana’yı kıskandıracak performans sergiliyor. Görülen, duyulan her şey bir yanlış anlaşılmadan ibaret oluyor  ve yapılan her yanlış işin altında, mutlaka masumane bir amaç yatıyor(!) 

Müntesiblerin böylesine bağlı olması putlara cesaret veriyor tabii.

Yanında alkış tutanı böylesine kuvvetli olmasaydı Firavun kendinde bu cesareti bulabilir miydi? Peki ya Führerim diye canını feda edenler olmasaydı bu zalimane ideoloji bu kadar sürebilir miydi? Bugün bu topraklarda Nemrutlar, peşinden gidecek adam bulamasa, gemileri terkedilmiş bulsalar, kırbaç sallayacak kimse bulamasalar zulümlerine devam edebilirler mi?

Karar veremiyorum.

Firavunlar mı müntesibleri doğuruyor yoksa müntesiblerin alkışı mı Firavun icat ediyor? Bir kere tefekkürü bıraktıkları için mi müntesib oluyorlar yoksa müntesib oldukları için mi tefekkürü bırakıyorlar ya da Firavunlar, “tefekkürü bırakın!” dedikleri için mi düşüncenin semtine uğramıyorlar. Sanırım bunlar yine benim işim değil. Biz bunun da cevabını ecnebi bir sosyologdan öğreniriz. Benim işim satırlarla bu meseleyi anlayıştan nasibi olanlara anlatmak.

Eda Karahan

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir