Sosyal Medya Muttakileri ve İhlas(!) -2-

Yaptığımız işlerde her daim sorgulamamız gereken ilk madde hiç şüphesiz ihlastır. Ve ne zamandır ihlas; kıymetli bir yitiğimizdir. En üzücü olan ise yitirildiğinden haberdar olamayışımızdır.
İhlasın olmadığı bir amel güdük değil, hiç yoktur. İhlas; fazilet anlamında en üst makam iken yoksunluğu amelde hiçliktir.
Rabbimiz peygamberlerini överken kullandığı vasıflardan biri de ihlastır:
“(Resûlüm!) Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.” (Meryem 51)
“Güçlü ve anlayışlı olan kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub’u da an. Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir.” (sad 45-47)
Bu ayetlerde Rabbimiz Subhanehu ve Teâla onları ihlaslı olmakla vasfederken, bize ise İhlasın bahşedilen başlı başına bir ikram olduğunu öğretmektedir. Bizler Nebileri örnek alıyor ve onların izinden gitmeyi diliyor isek hiç şüphesiz bunun başı ihlaslı olmaktan geçer.
Yukarıda özellikle sosyal medya da aktif olan kimselerin paylaştıkları; çay, kek ve kebap paylaşımları yanında kopyala yapıştır ile kendileri, paylaştıklarını ve hesaplarını öne çıkarmak derdindelerdir. Paylaştıkları ayetleri bile farkında olmadan egolarına hizmetçi kılmaktadırlar.
Bu ara girişten sonra yukarda sorduğum soruyu yenilemek gerekir ise değerli kardeşim, sosyal medyadaki zamanını neden davanın yükünü almakta değilde zaman israfında kullanıyorsun. Bunu kendine sorma vaktin gelmedi mi?

Belki de bu hususta birçok gönüllünün olduğunu düşünüyorsundur. Lakin öyle bile olsa vaktini sosyal medyada boş bir şekilde sadece kopyala yapıştır ile harcamak yerine, var olan bir mücadelenin bir parçası olmak için kullanman gerekmez mi?
İlim ehlinin, davetçi ve ilim talebelerinin sayfaları tamamen sahipsiz iken, ne yazık ki kopyalayıp yapıştırdığını bile yorumlamakta zorlanan kimselerin sayfaları aktif bir şekilde sürekli ön planda olabilmektedir.
“Bu gece kim var” sorusuna 300 yorum yapılabilmekte iken, en kıymetli bir makale 20 tane paylaşımı zor görmektedir. Bu kimseler bu aktiviteleriyle ihlas içerisinde isimsiz kahraman olarak sosyal medyada varlığını sürdürebilir ve zaman israfını bereketli bir vakte çevirebilirlerdi.
Bu kimselerin bu gayretlerini davet faaliyetlerinin bir parçası olmak yerine kendi adını, sayfasını, şahsi hesaplarını ayakta tutmak, beğenisini arttırmak için kullanmaları sizce de ihlasa zarar veren bir durum değil midir?
Gerek ilmi ve gerekse siyasi olarak İnsanlar üzerinde herhangi bir etkileri olmayan bu kardeşlerin, güç ve gayretlerini ve boş zamanlarını israf etmek yerine toplumun üzerinde gerek ilmi ve gerekse fikri ve siyasi anlamda olumlu etkileri olan kimselerin hizmetine sunmaları gerekmez mi? 
Bu açıdan düşünüldüğü zaman, sosyal medyadaki aktivitelerin bir ihlas gütmediği daha iyi anlaşılmaktadır. Daha çok vakit öldürmek, kahve-kafeye takılan insanların yaptığı gibi öylece amaçsız takılıp zaman israf etmek veya kendi egolarını tatmin etmek için kullandıkları bir alan olmaktan öteye geçmemektedir.
Zamanımızda iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz insanların davetçi, mücahid, mücahide, hafız ve hafize gibi kıymetli vasıfları sosyal medya tutkusuna kurban etmesi bir yana, selefin hayatına baktığımızda birçok kimsenin yapmış olduğu çalışma ve hizmet kendi yaşadığı dönemde tespit edilememiştir. O kimseler vefat ettikten sonra farklı sebeplerle o hayırların o kimselere ait olduğu öğrenilebilmiştir.
Sözün burasında bir anektod ile devam edelim. Nebi aleyhisselamın torunu Zeynel Abidin’e nispet edilen bir kıssada derler ki:
Zühd ve vera sahibi olan Zeynel Abidin, fakir ve kimsesizlere yardım konusunda da büyük bir gayret gösterirdi. Çok sayıda fakire yardım ettiği halde, ihlas düsturu gereği bunu hiç kimse bilmezdi.
Herkesin uykuya çekildiği gece vakitlerinde fakir fukaranın evlerini gezen Zeynel Abidin rahimehullah, kapılarına çuvalla erzak bırakırdı. Nebi aleyhisselam’ın torunu olduğu için hediyeleri kabul etmeyen ve evine bir şey girdiği zaman bu ister kazandığından veya ganimetten hissesine ayrıldığından olsun fark etmez, bu gelenin fazlasını zaman geçirmeden dağıtırdı.
Hayatı boyunca geceleri fakirlerin kapısına yiyecek bırakırdı. Ve hepsinin üzerine de “helaldir” yazılı not bırakarak insanların gönül rahatlığı ile yemesini sağlardı.  Bu süre zarfında yiyeceğin nereden geldiğini bilmeyen ihtiyaç sahipleri, gerçeği ancak Zeynel Abidin (rahimehullah) vefat edip yardımlar kesilince anlayabilmişlerdi. Cenaze hazırlığı yapılırken kendisini yıkayan gassal, omuzundaki izleri görünce bunun sebebini yakınlarına sorar ve yakınları derki: “Zeynel Abidin (rahimehullah)’ın omuzundaki izler, geceleri fakirlerin kapısına erzak taşırken kullandığı ipin izleridir.”
Ahali ise erzak yardımın kesilmesinden anlarlar ki vefat eden kimse kendilerine geceleri erzak bırakan kişidir. Yine birçok ilmi eserin hala kime ait olduğu bilinmemektedir. Nitekim medreselerimizde okutulan çoğu kitaplar birilerine nispet edilse de bizzat kime ait olduğu bilinmemektedir. Bunun sebebi de onların kalbindeki, yaptıkları hayrın, çalışmanın riyayla heba olma korkusudur. Tabi şunu ifade etmek isterim ki: bu makaleyi yazarken hiçbir şekilde kastım sosyal medyadaki kardeşleri itham etmek ya da onları ihlassız olarak suçlamak değildir. Lakin istedim ki içinde bulundukları durumu anlama hususunda bir sorgulamaya gitsinler, içinde bulundukları ahvale bir de bu pencereden baksınlar. Olabilir ki şeytan kendilerini bir hayırla uğraştıklarını zannettirirken, farkında olmadan avuçları boş bir şekilde sabahlamasınlar, bir ömür boştan boşa heba edip, tüketmiş olmasınlar. Bu anlamda hep beraber düşünelim ve soralım kendi nefsimize: Neden bir davetçi, bir alim, hoca ya da fikir sahibi bir kimse sosyal medyada çalışmalarını duyurmak için özel bir bütçe ayırmak durumunda kalsın? Neden kendi kıymetli zamanını ilimle, davetle, araştırma ile harcamak yerine sosyal medyada davetinin daha geniş kitlelere ulaşması için zamanının bir kısmını bölüp oraya ayırmak zorunda kalsın?
Sosyal medya hesaplarını bir an olsun boş bırakmayan kimselere bu anlamda bir teklif geldiğinde o an aklına “derslerin gelmesi” “iş yoğunluğu gelmesi” sizce de ilginç değil midir?
Nitekim öyle olmaktadır. Bir an olsun sosyal medya hesaplarını boş bırakmayan kimselere bu teklif gidildiğinde; “zamanının olmadığı, vaktinin yetersiz olduğu, işlerinin yoğun olduğu” gibi mazeretler ileri sürerek umumi bir isim altında hizmet etmeyi reddetmektedir. Bu bahaneleri sunmakla beraber kendi sayfasında, kendi durumunda, tamamen aktif olabiliyor ve bu aktifliğini de bir zaman kaybı olarak göremeyebilmektedir.
“Bilmem ki kardeşim şeytan mı seni avutur sen mi onu atlatırsın?” -Hasbunallahi ve ni’mel vekil Değerli kardeşim belki bu eleştiri sana göre çok ağır gelebilir. Hatta bir davetçi olma hasebiyle benim bu yazıyı sırf şahsımla alâkalı yazdığımı düşünerek başka bir düşünceye de kapılabilirsin. Şeytanın bu konuda mahir olduğunu bilmekteyim. Lakin sen benim makalemdeki nasihati düşünmek yerine başka bir düşünceye kapılmayı tercih edersen bu senin seçimindir ve sonucuna senin katlanacağın bir durumdur. Alemlerin rabbi olan Allah Subhanehu ve Teala beni de niyetimi de bilmektedir.  Genel anlamda gördüğüm bir hatayı (günahı ifşa etmek anlamında değil tabi, hatanın izalesi için nasihat anlamında) söylemek hususunda da açıkçası kendimi sorumluluk altında hisseden biriyim ve bu sebeple de uzun zamandır masamda olan bu yazıyı düzeltip s izlerle paylaşmak istedim.
Gerek şahsıma ve gerekse davetçilere, ilim ehli ve ilim talebelerine karşı, kalbi hastalıklarla dolu olan kimselere söyleyecek çok sözüm yoktur. Fakat şu bir gerçektir ki bizi yakından tanıyan, gerek çalışmalarımıza ve gerekse ortaya koymuş olduğumuz mücadelelerimize tanık olan kimseler az çok bilir ki biz bu hususlarda çok sıkıntı duymamaktayız. Sosyal medyayı önemsemekle beraber olmazsa olmaz görenlerden asla değiliz.
Bu sebeple açıkçası kalbinde hastalık olanları hiçbir şekilde muhatap almamaktayım. Allah dilerse onun kalbine de hakkı ulaştırır ve dilerse de hastalığını daha da arttırır. Tıpkı bu makalemin kiminin kalbini yumuşatacağı ve kiminin de hastalığını arttıracağı gibi…
O sebeple bana düşen bir sorumluluk varsa bunu en güzel şekilde yerine getirmekten mükellef olduğumu bilmekteyim. Fark ettiğim bu hastalığı sizlere iletmek anlamında kaleme aldığım bu makalemden dolayı bana kızsanız da, iç dünyanızda rahatsızlık hissetseniz de sizin kalbinizi rahatsız edecek Allah Subhanehu ve Teladan korkarak ve çekinerek belki şu ana kadar hiç kimsenin sana etmediği bu nasihati etmek istedim ve size bunu duyurmak istedim.  Ne yazık ki kardeşim biz çalışmalarımızın ve yaptığımız hayırların gizli olması hususunda gerekli gayret ve çabayı ortaya koyan ve ifşa olmasından korkan bir ümmet iken, asrımızda ifşa etmek ve reklam etmek için pazarlar arayan bir ümmet olduk. İhlas, zühd ve takva gibi meziyetlerin unutulduğu bir dönemi yaşar olduk. Bu hususta seçkin nesil sahabeden bir kıssa aktarmak isterim;
Ebû Bürde’den, Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir savaşa çıkmıştık. Altı kişilik bir grup olarak biz nöbetleşe bir deveye biniyorduk. Ayaklarımız delindi. Benim de ayaklarım delinmiş ve tırnaklarım düşmüştü. Ayaklarımıza bez parçaları sarıyorduk. Ayaklarımıza böyle bez parçaları bağladığımız için o  savaşa Zâtürrikâ’ ismi verildi.
Ebû Bürde diyor ki; “Ebû Mûsâ bunları söyledi sonra da yaptığından hoşlanmadı ve; “Bunları söylemekle hiç de iyi etmedim” diye pişmanlığını dile getirdi.
Ebû Bürde, Ebû Mûsâ’nın bu tavrını, “Herhalde o bunu, yaptığı bir yiğitliği ifşâ etmiş olduğu için hoş görmedi” diye yorumladı. (Buhârî, Meğazî 31; Müslim, Cihâd 149)
Onlar yaptıkları yiğitliği ve yaşadıkları zorlukları nasihat olarak örnek verirken rahatsız olup ortamı terk ederken asrımızda yapılmayan olaylarla, künye ve isimlerle kendini öne çıkarmak rövanş olmuş durumdadır.
Güzel kardeşim ne zaman kendine geleceksin? Medreseli hafize, Medreseli kız, medreseli çocuk, medreseli adam ne demek kardeşim? burası pazarda ve senin de pazarda satılacak ürünün mü var ?
Hasbunallah ve ni’mel vekil… Abdullatif Mermer 09-01-2019

You may also like...

3 Responses

  1. Muhammed Sabri ALTUN dedi ki:

    Kahvehane ve çarşı-pazardaki kalabalığı hiçbir zaman bir kuyumcuda görmek mümkün değildir sayın hocam. 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir