VEFANIN VÜCÛD BULMUŞ HALİ

Ey vefasız dost!
Kulak ver sadrımdan gelen sesime. Kulak ver ki, işlesin bu satırlar sinene.
Satırlarıma serdiğim cümlelerime, nasılsın diye başlamayacağım. Zira ‘’Nasılsın?’’ demek bir soru iken ‘’Nasıl oldun’’ demek bir vefadır.
Nasıl oldun?
Bizden sonra bir fetret dönemine girdiğini duydum. Fetretin bitti mi? Peki ya hüznün geçti mi?
Göğsünün daraldığını duydum. Yüreğin genişledi mi? Peki, belini büken yükün hafifledi mi? Dünyanın onca gamı ile zelil olan ruhun İslam’ın nuru ile aziz olup yüceldi mi?
Bir inşirah gelsin yüreğine Ey dost
Zira bu firâk da değil ebedi
Nasıl ki kesildi semanın dili
Sonra vahiy peyderpey indi
Vefa Sultanından bize kalan vefa izleri
O ki, hayatın her anının ve her alanının rehberi
Kur’an’ın en güzel önderi ve örneği
Bırakıp da bize emanetini, ötelere gitmedi mi?
Vefa, hatırlayış… Peygamberin bıraktığı kutsi emanet.

Hayat dedi, ölüm dedi, iman dedi, cihad dedi, ahlak dedi, kulluk dedi, takva dedi, istikamet dedi, istikrar dedi, isâr dedi, ihlas dedi, ihsan dedi, sevgi ve vefa dedi…


Vefa sultanından, vefa izleri örneği vereyim mi ey dost? Gerçi sen de bunları biliyorsun. Lakin anlatmak, yürekte biriken hakikatlerin tezahürü oluyor bazen. Tıpkı yüklü bulutlardan boşalan yağmur misali…

Biz şimdiye kadar hep Hatice’den bahsettik, bilhassa anamızdan. Onun fedakârlığından. Onun fedakârlığına karşı gösterilen vefa tavrından. Bilakis, onun hayatı adeta vefa ve fedakarlık üzerine kurulu idi. Gel gelelim, Hatice Validemiz’in vefatından sonra yılların yılları kovaladığı zamanlara.

Bir gün Kâinat’ın Efendisi, Mekke fethedilmek üzere Hacûn denilen mevkide konaklarken, çadırının nereye kurulması sorulduğunda ‘’ Hatice’min karşısına’’ demiş. İşte vefanın zekatıydı bu. Yakın olma, unutmama ve unutturmama…
Başka bir vakit ise, – Vefa sultanının gönlünden dökülen sözlere dikkat et sevgili dost- Mekke fethedilmiş, umre yapılmış, kurbanlar kesilmiş derken pay dağıtımı sırasında “Gidin bunu falancaya götürün çünkü o Hatice’yi seviyor idi. Gidin bunu falancanın evine götürün çünkü o Hatice’nin arkadaşı idi.’’

İşte bu misal, tüm haceti anlatmaya yeter belki de. O (sas) Hatice’nin sevgisiyle rızıklandırılmış bir Vefa Sultanı idi. Vefa, dost ikliminde yaşayan güllerdendir. Ve Peygamber, güllerin ta kendisiydi.

Dönem Cahiliye Dönemi. Vefa Sultanı yirmili yaşlarda. Annemden sonra annem dediği kadının, babası gibi bildiği amcası olan Ebu Talibin kızına, aynı evde büyüdükleri, aynı sofrada yemek yedikleri Ümmü Hâni’ye gelelim şimdi.
Tanıdın onu. Hani şu Miraç hadisesinde ismi zikredilen hanım. Asıl adı Fâhite olan bu hanımı Resul-u Ekrem, amcası Ebû Talib’den ister. Ancak o günler Ümmü Hâni’nin başka bir taliplisi de vardır. Hübeyre. Cahiliye devrinde Hübeyre ile bu evlilik gerçekleşir.
Vefa sultanı, ‘’ Ey amcacığım! Ümmü Hâni’yi Hübeyre ile evlendirip beni terk mi ettin?’’ deyince Ebû Talib, ‘’Ey yeğenim! Onlarla evlilikten dolayı akraba olduk. Asiller asillere denk olur.’’ dedi. Daha sonra Ümmü hani Müslüman olunca, İslam onunla Hübeyre’nin arasını ayırdı. Aradan yıllar geçti Vefa Sultanı dört çocuklu Ümmü Hâni’yi tekrar istedi. Ümmü Hâni bunun üzerine şöyle bir cevap verdi:
“Seni Cahiliye Dönemi’nde sevmişken, kim bilir İslam döneminde ne kadar severim. Sen benim canımdan daha değerlisin. Fakat ben, küçük çocukları olan bir kadınım. Eşin hakları büyüktür. Ben de evlendikten sonra bu konuda kusur işlemekten korkuyorum. Çocuklarımla ilgilenirken eşimin hakkını zayi etmekten endişe ediyorum.” dedi. Vefa Sultanı o sırada su istedi. O da süt getirdi. Vefa sultanı sütü içti artanını Ümmü Hâni’ye verdi. Geri kalan sütü içen Ümmü Hâni “Oruçluyken içtim.” Dedikten sonra ‘’ Seni buna sevk eden ne oldu?’’ diye sordu Kainatın Efendisi. Ümmü Hâni ‘’ Senden arta kalanı içmek için yapmayacağım yoktur.’’ dedi. Bunun üzerine Vefa Sultanı ‘’ Kadınların en hayırlıları Kureyş’in, develere binip de küçük çocuklarını şefkatle büyüten ve bunun yanında da kocalarını gözeten kadınlardır.’’ dedi. [1]

Vefa sultanının dünyasından vefa izlerine dair iki misal verdim. Bilakis, öyle bir peygambere iman ettik ki; O peygamber (sas) Allah’a (cc) karşı vefalıdır. Eşlerine, Ashabına, akrabalarına, komşularına; bineğine, minberine, dağa, taşa, yağmura dahi vefalıdır. Hatta düşmanına bile vefalıdır. Sahi bir düşmana nasıl mı vefalı olunur?
Şibh-i Ebû Talib muhasarasında –ki üç yıl sürmüştü- geceleri gizli gizli deveye erzak yükleyip Ebû Talib mahallesine deveyi salan Ebu’l Buhteri’yi Bedir gününde unutmadı vefa sultanı…

Savaş öncesi ashabına dönüp: ‘’ Ey müslümanlar, biraz sonra savaş başlayacak her kim Ebu’l Buhteri ile karşılaşırsa sakın onu öldürmesin. Çünkü Yevmü’s Sahife günü yaptığı iyiliğe karşı bir vefa olarak ona kılıç kullanılmayacaktır.’’ dedi.

İşte böyle Ey vefasız dost! Sözlerimi yavaş-yavaş burada nihayete erdirirken tefekküre davet ediyorum seni. Vefa sultanı düşmanına bile vefalı olurken biz kendimize dahi vefalı olamadık. Vefayı hep birbirimizden bekledik. Oysa gece gündüze, güneş aya, yaz kışa, bulut yağmura, toprak nebata, kalem kâğıda bile vefalı iken; İnsanoğlu kendine, başka insanlara, kainata bilhassa Rabbi ’ne bile vefalı olamadı.

Zira Kâlû Belâ’da yeminini unutan insandan vefa beklenir miydi?
İnsansa unuturdu, insansa vefasız da olurdu. Çünkü insan manasıyla “unutmak” tan gelirdi.
Velhasıl, sevgili dost…
Vey be katlem kardei ey bivefa sevgend yar
Beh-i teskin-i dilem billah ki sevgendi diğer
Ey beni öldürmeye yeminli vefasız sevgili, yeminini hatırla
Gönlümü sakinleştirmek için doğrusu bir başka yemin gerekmez.


[1] İbn Sa’d Tabakat, c.10, s 159-161, (Siyer yayınları)

You may also like...

2 Responses

  1. Şaire dedi ki:

    Allah mürekkebinize bereket kılsın,
    Sevgiler

  2. Şadiye Taşöz dedi ki:

    Eyvallah üstadem

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir