Bizim Açımızdan Koronavirüs

Allahu Teala’ya O’na yakışan şekilde hamd olsun. O ki en güzel isimlere sahip olandır. Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya, ailesine ve ashabına selatu selam olsun. Onlar insanlığın iftihar tablosu oldular.

Bunun ardından;

Koronavirüs (COVID 19) hakkında yazmadan önce belirtmek istediğim birkaç husus var ki sırasıyla şunlardır: Yeryüzünde İslam dini kadar müntesiplerine bilmedikleri konularda konuşmaması gerektiğini ve bilmedikleri meseleleri bilenlere götürmesini öğreten başka bir inanç yoktur. Şu durumda İslam Dinine teslim olmuş bir Müslüman da bilmediği konularda susmayı en çok bilendir.

Allahu Teala buyurur ki:

هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ

“İşte sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp duruyorsunuz?”[1]

Ve yine O Subhanehu buyurur ki:

فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

“Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”[2]

Tarih, insanoğlunun doğrunun yanında yer almaktansa gücün yanında yer almayı tercih ettiğini gösteren sayısız örneklerle doludur. Biz Müslümanlar astronomi, genetik bilimi, tıp, tarih ve daha birçok alanda mevcut verilerin çok daha ötesinde bilgiye sahip olmamıza karşın bugün dünyanın geri kalanı, hatta Müslümanların bir kısmı bile bize inanmak yerine gücün yanında yer almayı tercih ediyor. Bu yalancı güç ise kökü derinde olmayan ve yıkılmaya hazır bir ağaç gibiyken İslam yakın geçmişte budanmış olsa da köklerinden alacağı gerçek güçle yeniden dirilecektir inşaallah.

Yukarıdaki iddiamı birkaç örnek vererek kısaca ispatlamak istiyorum:

Biz Müslümanlar astronomide insanlığın mevcut bilgilerinin çok daha ötesindeyiz, örneğin insanlığın iddiası (üzerinde birçok şüphe bulunmasına karşın doğru kabul edilse dahi) henüz ayla sınırlı. İnsanoğlu en uzak aya gidebildi ve sahip olduğu bilginin son noktası ise Samanyolu galaksisi. Biz Müslümanların elinde ise yedi göğün, bu gökler arasındaki mesafenin, göklerin bitiminden sonraki suyun ve de zaman ve mekanın bittiği yerin bilgisine ilaveten yedi yerin ve bunların bilgisi bulunuyor. Bizim En Şereflimiz (s) ise Sidret’ül Münteha’ya kadar gitti ve buraları bizzat görerek bu bilgileri bizimle paylaştı. Sidret’ül Münteha ise ismiyle müsemma olarak gidilebilecek son noktadadır.

Biz Müslümanlar olarak genetikte insanlığın mevcut bilgilerinin çok daha ötesindeyiz, örneğin biz bir çocuğun hangi şartlarda erkek veya kız olacağını, hangi şartlarda annesine ve hangi şartlarda babasına benzeyeceğini biliyoruz. Çocuğun karakterinin ve inancının hangi etkenlerle şekilleneceğini biliyoruz. Hatta bir çocuğun sesinin ne kadar yükseğe gideceğini bile biliyoruz.

Biz Müslümanlar olarak tıpta insanlığın mevcut bilgilerinin çok daha ötesindeyiz, örneğin biz bir bebeğin doğumundan önceki tüm evreleri bildiğimiz gibi doğumundan sonra da bir hastalıkla nasıl tanışacağını ve virüslerin ‘bulaşıcılığı’ konusunda müthiş bilgilere sahibiz. Modern tıp insanlığı ilaç satmak için öldürmeden hasta yaşatmakla suçlanırken biz hacamat ve çörek otuyla elde edebileceğimiz inanılmaz tedavi sonuçları hakkında malumat sahibiyiz.

Biz Müslümanlar olarak tarihte insanlığın mevcut bilgilerinin çok daha ötesindeyiz, örneğin insanlık Mısır’ın büyük devlet başkanlarından 2. Ramses’in en önemli bakanlarından Haman’ı ilk defa  bir yazılı kaynak olarak Kuran’dan öğrendi. Nuh’un, İdris’in, Adem’in aleyhimusselam kıssalarını en ayrıntılı biz biliyoruz. İnsanlık tarihinde ilk defa Peygamberimizin siyeri ile bir insanın hayatını neredeyse dakika dakika biz kayıt altına aldık.

Çünkü biz Müslümanlar, alemleri yaratan Allah’ın alemler hakkında verdiği bilgileri kaynak alıyoruz. Fakat aynı zamanda biz Müslümanlar bugün güçsüz durumdayız ve bu yüzden de elimizdeki bilgiler hakkettiği itibarı görmüyor. Bu izahatı Avrupa’da radyolojinin kurucusu olan Madam Curie’nun “Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık. Orada bilim sıfırlanınca, biz yeniden sıfırdan onların yüzyıllar önce keşfettiği şeyleri bulmaya çalıştık ve yüzyıllar kaybettik” şeklindeki sözüyle sonlandırıyorum.

Evet okuduğumuz fakültenin adı “Tıp Fakültesi” olmadı ve laboratuvarda çalışmalar da yapmıyoruz fakat koronavirüsün bildiğimiz alana giren kısmı hakkında yazabileceğimizi düşünüyoruz. Bunu şöyle düşünebilirsiniz: Bir otomobil üretilirken birkaç firma ortaklaşa üretiyor. Biri motorunu, diğeri sac aksamını, bir diğeri plastik kısımlarını, biri elektronik bölümlerini, başkası mekanik bölümlerini üretiyor. Motorda dünyanın en iyisi olan firmanın plastikten anlamıyor diye otomobille ilgili kendi alanında konuşmamasını beklemek beyhude bir bekleyiş olacaktır. Şu durumda bu yazının başlığını “Bizim Açımızdan Koronavirüs” koymak gayet yerinde olacaktır.

Bir Müslüman olarak bu virüsle ilgili bizim açımızdan değinilmesi gereken konuların başında şüphesiz ki Allah’a olan imanımız, yani itikadımız geliyor.

وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا 

O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez (Enam 59)

Biz Müslüman olarak Allah’a rağmen, Allah’tan habersiz, Allah’ın muradından başka bir şey yapılamayacağına inanırız. Bu virüs de, diğer başka her şey de Allah’ın planları doğrultusunda ilerliyor. Müslümanların bu virüsün Allah’ın takdiri doğrultusunda yayıldığını bilmesi elzemdir.

Allah yeryüzündeki her şeyi sebeplere bağlamıştır. Bu virüsün yarasa yemenin sonucu çıkması halinde sebep bu olacaktı; eğer bu bir biyolojik saldırı ise o zaman da sebep bu saldırı niyeti olacaktır. Ama her halükarda Allah’ın muradı bir sebebe bağlanmış olacaktır. Hasılı, bu virüs de, başka her şey de Allah’ın elindedir. Hiçbir kişi yada devletin kendi başına insanlar üzerinde sulta kurması mümkün değildir.

Devletler bir biyolojik saldırı için yola çıkmış olsa da Allah’ın kaderine hizmet ettiler. Bu durum Ebu Cehil’in Bedir için yola çıkması fakat iki orduyu, Ebu Cehil ve taraftarlarından alacağı intikam için Allah’ın buluşturması gibidir.

Rabbimiz buyurur ki: “Hani siz vadinin yakın kenarında, onlar uzak yamacındaydılar; kervan ise sizden daha aşağıdaydı. Eğer sözleşseydiniz, kaçınılmaz olarak sözleşme yeri (veya konusu) hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz; ancak Allah, olacağı olan işi gerçekleştirmek için (böyle yaptı). Böylece, helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalacak kişi apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın. Şüphesiz Allah, gerçekten işitendir, bilendir.[3]

Özellikle de Deccal’in çıkışına daha çok yaklaştığımız günlerde Deccal fitneleri ve Deccal’in bizzat kendisine karşı imanımızı korumanın önemi daha da ağır basmaktadır. Bu virüs yada diğer bazı meselelerde bir takım düşünce kuruluşlarına yada bazı kimselere uluhiyet seviyesine varan güç, zeka yada başka bir vasıf verilmemelidir. Her şeyin melekutu Allah’ın elindedir.

Allahu Teala şöyle buyurur:

فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

“Her şeyin mülekutu kendi elinde olan Allah’ın şanı ne kadar yücedir! Siz de O’na döneceksiniz.”[4]

Özellikle sosyal medyada gezen eski tarihli raporlar meselesi günümüzde sık sık başvurulan kötü bir istihbarat oyunudur. Bir örnek üzerinden gidelim:

Almanya’da Robert Koch Enstitüsü Başkanlığı’nda hazırlanan “Risk Analizi ve Halkı Koruma” başlıklı raporda “SARS-CoV” virüsünün mutasyona uğrayıp “pandemi” olacağı, tüm dünyayı etkileyeceği ve binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olacağı belirtiliyor. Rapor, Merkel’e 8 yıl önce sunulmuş.

Uluslararası basında yer alan bu tip haberler George Orwell’ın sözünü ettiği totaliter anlayışın bir örneğidir. Devletler bu azap karşısındaki acziyetini gizlemek için fazladan hamle yapıp aslında kendi kontrollerinde olduğu hissi vermek istiyor. Fakat sonuç ise Merkel’in karantinada olduğu gerçeğidir. Bazı çizgi filmlerle yada başka yayınlarla yıllar önce bugüne ait planlar hakkında ipuçları verildiği yönündeki iddiaların neredeyse tamamı asılsızdır. 2000 yılında yayınlandığı iddia edilen bir çizgi filmde ABD’nin yıllar sonra seçilecek Başkanının gösterildiği yönünde haberler izliyoruz. Hangimiz 2000 yılında yayınlanan çizgi filmlerin hepsini kayıt altına aldı da 2020’de “evet bu çizgi film o yıl gösterilmişti” yada “hayır bu çizgi film o yıl gösterilmemişti” diyecek durumda? İnsanların televizyonlarda gösterilen her şeye devletlerin sahip olduğu güç karşısında hissettiği eziklikle teslimiyet göstermesi onlar tarafından kandırılmak için sunulmuş en açık davetiye olarak görülebilir.

Orwell unutulmaz romanında şu sahneyi anlatır: “… Winston’ın az önce kapıldığı dehşet bu kez yerini utanca bırakmıştı. Ahmakça bir yanlış yapmış olabileceğini düşündü. O’Brien’ın gizliden gizliye politik bir muhalif olduğunu nereden çıkarmıştı ki? Gözlerde bir an beliren bir parıltı ve belli belirsiz bir söz; bunun dışında, bir rüyadan yola çıkarak kendi kendine kurduğu hayaller. Sözlüğü almaya geldiğini de bahane edemezdi, o zaman Julia’yı da getirmiş olmasını nasıl açıklayacaktı ki? O’Brien, tele-ekranın önünden geçerken, birden aklına bir şey gelmişçesine durdu. Dönüp duvardaki bir düğmeye bastı. Çat diye bir ses çıktı. Ses kesiliverdi. Julia ansızın şaşkınlığa kapılarak hafifçe çığlık attı. Winston, korkmuş olmasına karşın, şaşkınlıktan dilini tutamadı. ‘Demek kapatabiliyorsunuz!’ deyiverdi. ‘Evet,’ dedi O’Brien, ‘kapatabiliyoruz. Bizim öyle bir ayrıcalığımız var.’”

Evet, Müslümanlar, beynimizi sömüren, itikadımızı hedef almış tüm yayınları kapatabilme ayrıcalığına sahip olmalı ve insanoğlunun planlarının bir sınırı olduğunu hatırımızdan çıkarmamalıyız.

Eğer bu virüs bir kişi yada devletin planıydı ise neden her devlet en üst düzeyde etkileniyor?

Eğer Çin’in planı ise neden Çin’in ekonomisini vurdu?

Eğer Avrupa’nın planı ise neden İngiliz Prensi, Başbakanı, Sağlık Bakanı hasta; neden Merkel karantinada, İtalya neden bu halde?

Eğer ABD’nin planı ise neden ABD’nin beyni pentagonda yüzlerce enfekte hasta var? ABD, neden Çin’i ve İtalya’yı geçerek en çok hasta nüfusa ev sahipliği yapıyor?

Çok sayıda küfür öncülerinin bu virüsle ölmesi yada korkuya düşmesi sıradan bir durum değil. Allah’ın bu virüsü kafirler için bir azab, Müminler için ise bir rahmet hatta belki şehadet vesilesi kıldığını bilmeliyiz.

Müddessir Suresinde şöyle buyurulur:

وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ

“Rabbinin ordularını kendisinden başka (hiç kimse) bilmez.”[5]

Hz. Aişe’den radiyallahu anha gelen nakilde Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

وعَنْ عائشَةَ رضي اللَّهُ عنها أنَهَا سَأَلَتْ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم عَن الطَّاعونِ ، فَأَخبَرَهَا أَنَهُ كَانَ عَذَاباً يَبْعَثُهُ اللَّه تعالى عَلَى منْ يَشَاءُ ، فَجَعَلَهُ اللَّهُ تعالَى رحْمةً للْمُؤْمنِينَ ، فَلَيْسَ مِنْ عَبْدٍ يَقَعُ في الطَّاعُون فَيَمْكُثُ في بلَدِهِ صَابِراً مُحْتَسِباً يَعْلَمُ أَنَّهُ لاَ يُصِيبُهُ إِلاَّ مَا كَتَبَ اللَّهُ لَهُ إِلاَّ كَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِ الشَّهِيدِ

“Taun hastalığı, Allah’ın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu müminler için rahmet kıldı. Bu sebeple tauna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikamete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.”[6]

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ النَّبِيِّ  قَالَ: الطَّاعُونُ شَهَادَةٌ لِكُلِّ مُسْلِمٍ

Enes radiyallahu anhu Resulullah’ın sallallahu aleyhi vesellem şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Taun salgını her bir Müslüman için şehadettir[7]

Allah bu hastalıkla kafirleri azaplandırırken Müminlere şehadet kapısı aralamıştır. Bu nedenle alacağımız tüm tedbirlere karşın koronavirüse yakalanmamız halinde buna sabredip Allah’tan karşılığını beklemeliyiz. Yada bu hastalığa yakalanan Müslümanlara kabahatli gözüyle değil Allah’ın seçkin kulları gözüyle bakmalıyız. Zira Hicri 17 yılında[8] Kudüs ile Remle arasındaki Amvas’ta baş gösteren pandemide başta Suriye orduları başkumandanı Ebu Ubeyde olmak üzere Muaz Bin Cebel, Şürahbil Bin Hasene, Süheyl Bin Amr, Fazl Bin Abbas ve Yezid Bin Ebû Süfyan gibi birçok sahabe dahil 25.000’e yakın can kaybı yaşanmıştır.

Bizim Müslümanlar olarak tüm dünyaya öğrettiğimiz diğer önemli bir konu da bu hastalıkla mücadele yöntemidir. Bir hastalığın asla bulaşma nedeniyle değil Allah’ın yazdığı kader nedeniyle kişide baş gösterdiği inancına sahip Müminler, hastalığın çıkmasının ardından karantina mekanizmasını devreye sokarak virüsün yayılmasını engelleme yolunu tercih etmiştir. Bizim de Peygamberimizin ve dahi güzide ashabının öğütlerine kulak vermemiz ve karantinayı delmememiz gerekiyor.

İmam Buhari, Sad’ın radiyallahu anhu Resullah’ın şu hadisini aktardığını rivayet eder:

إِذَا سَمِعْتُمْ بِالطَّاعُونِ بِأَرْضٍ فَلاَ تَدْخُلُوهَا، وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلاَ تَخْرُجُوا مِنْهَا

“Bir yerde taun salgını olduğunu duyduğunuz zaman oraya girmeyin, eğer siz oradayken salgın baş gösterirse o zaman da oradan çıkmayın.”[9]

Peki pandemi nereden çıkmıştır ve tedavisi için nereye yoğunlaşılmalıdır.

فَقَالَ: أُسَامَةُ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ  الطَّاعُونُ رِجْسٌ أُرْسِلَ عَلَى طَائِفَةٍ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ

Usame’nin radiyallahu anhu Resulullah’tan sallallahu aleyhi vesellem bildirdiğine göre Resulullah “Taun salgını, İsrailoğullarından bir taife üzerine indirilmiş bir pisliktir” buyurur.[10] Bir mikrop yada virüs olarak İsrailoğullarından bir taife üzerine indirilen bu hastalığın bir diğer tarifi de şu hadiste bildirilir:

حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ إِسْحَاقَ، قَالَ: أَخْبَرَنِي جَعْفَرُ بْنُ كَيْسَانَ، قَالَ: حَدَّثَتْنِي مُعَاذَةُ، قَالَتْ: سَمِعْتُ عَائِشَةَ، تَقُولُ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ : ” فَنَاءُ أُمَّتِي بِالطَّعْنِ وَالطَّاعُونِ “، قَالَتْ: فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، هَذَا الطَّعْنُ قَدْ عَرَفْنَاهُ، فَمَا الطَّاعُونُ؟ قَالَ: ” غُدَّةٌ كَغُدَّةِ الْإِبِلِ، الْمُقِيمُ فِيهَا كَالشَّهِيدِ، وَالْفَارُّ مِنْهَا كَالْفَارِّ مِنَ الزَّحْفِ

Aişe Annemizden radiyallahu anha rivayet edilen hadiste şöyle denir:

“Resulullah ‘Ümmetimin tan ve taundan başkasıyla sonu gelmez’ buyurdu. Ben dedim ki ‘ey Allah’ın Resulü, tanı biliyoruz peki ya taun nedir.’ Buyurdu ki: ‘deve iltihap-bezesi gibi bir bezedir. Onda ikame edip kalan şehit gibi, ondan kaçan da savaştan kaçmış gibidir.’”[11]

İslam’ın tıp anlayışında modern tıptan farklı olarak musibetlere karşı mücadele, musibetlerin ortaya çıkmasından önce başlar ve metafizik destekle sürdürülür. Bu, tıpkı İslam hukukunun modern hukuktan ayrıldığı anlayış gibidir. Modern hukuk, suç işleyenlere ceza verirken İslam hukuku önce suçun zeminini ortadan kaldırır ve sonra haksızlıkta bulunanı cezalandırır. Şöyle ki: İslam, vatandaşlarını fakirlikten kurtardıktan sonra karnını doyuracak miktarın üzerindeki bir malı sahibinin sakladığı yerden çalan kişiyi cezalandırır. Bunun anlamı şudur: İslam savaş vb zamanlarda yada karnını doyurmak için cezalandırma miktarı olan 1 dinarın altında çalanı cezalandırmaz. İslam, vatandaşlarına hırsızlığın nasıl bir sosyal felaket olduğunu öğretir, maddi durumunu düzeltir, sonra buna rağmen kleptomanik duygularla çalanı cezalandırır.

İslam’ın tıp anlayışı da böyledir. Bir musibet yada hastalığı üç süreçle mercek altına alır:

1-Musibet öncesi süreç: Bu zaman diliminde günahlardan sakındırarak karada ve denizde çıkması muhtemel fesada karşı uyarır.

2-Musibet sırasında: Hastalık için tedavi olmayı tavsiye eden Peygamberimiz, gündemimizdeki gibi salgın hastalıklarda karantina vb. tedbirler tavsiye eder.

3-Musibetten çıkış süreci: Bu da musibete maruz kalmış kişilerin tevbe-istiğfar edecekleri ve sadakalarla kendilerini maruz kaldıkları bu musibetten uzaklaştıracakları evredir.

Hasılı, kişinin ilaç kullanırken bunu manevi tedaviyle de desteklemesi zaruri bir durumdur. İnsanoğlunun bugün teknolojisinin neredeyse tamamını görünmeyen radyo dalgalarından elde ettiği bilgiler üzerine inşa etmişken fiziki adımlarını metafizik unsurlarla desteklememekte ısrarcı olması anlaşılamaz bir durumdur.

Bunu, vahşi bir hayvanı bir parça etle geçici süre oyalamakla o hayvanı terbiye etmek arasındaki farka benzetebilirsiniz.

“Bizim Açımızdan Koronavirüs” başlıklı bu yazıda mutlaka değinilmesi gereken bir diğer nokta da Allah’tan gelen musibetlere karşı takınılması gereken ciddiyet meselesidir. İmam Buhari rahimehullah, Peygamberimizin sallallahu aleyhi vesellem güneş yada ay tutulması sırasında Allah’ın azabının gelmesinden korkarak tutulma geçene kadar soğuk terler döküp dua ettiğini rivayet eder. Allah’la, O’nun ayetleriyle ve Elçisiyle alakalı şakalaşmanın bir Müslümanın imanına mal olabilecek kadar büyük bir cürüm olduğu unutulmamalıdır.

Rabbimiz Celle ve Ala buyurur ki:

فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya.. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti.”[12]

Sanki bu ayet şöyle der gibi: Din hususunda ciddi olamamanızın sonucu olarak bu azap size geldi, bari en azından azap karşısındayken her şeyi alaya alan şu kibirli tavrınıza bir son verin ve Allah’tan bağışlanma dileyerek korkun.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ

“Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, muhakkak ki ben zalimlerden oldum.”[13]


[1] Ali İmran Suresi 66

[2] Enbiya Suresi 7, Nahl Suresi 43

[3] Enfal Suresi 42

[4] Yasin Suresi 83

[5] Müddessir Suresi 31

[6] Sahihi Buhari Tıp 31, Sahihi Müslim Selam 92

[7] Sahihi Buhari 2830, Sahihi Müslim 1919 nolu hadis.

[8] Bazı kaynaklar salgının Hicri 18’inci yılda olduğunu söyler.

[9] Sahihi Buhari 5728, Sahihi Müslim 2220, Müsnedi Ahmed 1494 nolu hadis.

[10] Sahihi Buhari 3473, Sahihi Müslim 5728 nolu hadis.

[11] Müsnedi İmam Ahmed 25649 nolu hadis.

[12] Enam Suresi 43

[13] Enbiya Suresi 87

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir